Bölüm 6

♫♫♫♫

Günaydııın!

Hop derhal gülümseyen bi surat.

Evet, nerede kalmıştık diyeceğim ama demenin önemi yok.

Şu an İstanbul’da Beykoz’dayım. Siz neredesiniz kim bilir.

Birilerinin bu satırları okurken nerede, saat kaçta ve ne halde olduklarını bilmediğim için çok merak ediyorum. Keşke öyle bir sistem olsa ki, bilsem.

Aaa, eğer üşenmezseniz hadi bi mail atın bana:

4yaprakliyonca@gmail.com adresine.

“Hey Yonca, Karışık Kuruşuk Şeyler’i okuyorum. Şu an saat zart zurt ve bilmem neredeyim. Tam da bu satıra geldim, sana mail attım.” desenize.

Ne şeker olur.

Bir not tutarım sizlerden gelen maillerle.

Hatta cevap da yazarım.

Yazarım, üşenmem hiç.

Bak yine böldüm konuyu. Devam.

Ruh İkizim Adaletli G.’nin evindeyim. Bu ara onu ne çok özledim. Hep uzak kalıyoruz ama çok şükür hiç kopmuyoruz. Allah koparmasın. O benim geçmişimin kopyasını saklıyor hafızasında. Ben unutursam, o mutlaka bilir unuttuğum şey kafamdaki hangi odadaki dolabın içine saklanmış, fazla kırıp dökmeden çıkarır ortaya.

Buradaki ağaçların seslerini dinleye dinleye yazıyorum. Hayal aleminde olacak cinsten ağaçlar var burada. Kocaman. Yemmmyeşil.

Bugün çok sihirli bi gün oldu zaten.

Günlerden 21 Haziran 2012.

Düşünsenize, hem dünyanın en uzun günü hem de 21’in tersi 12 ve 12’nin yarısı 6.

21.06.2012

Ne acayip tarih.

2’ler 3 tane (ki 6’nın yarısı 3) filan falan. Rakamların toplamı da 14.

Ha ha ha! Hayatımın İnce Detayı Kocam 14 Mayıs doğumlu gibi gibi.

Veee, ben bugün adı Hoşsohbet olan bi sokakta, apartman numarası 5 olan -ki 5. ay hem 2 çocuğumun hem kocamın doğduğu aydır- 5. katta, 13 numaralı apartman dairesinde -ki ben Ağustos’un 13’ünde doğdum- şu an okuduğunuz bu kitap için, hayatımın ilk kitap sözleşmesini imzaladım.

La la la la laaa.

Nokta.

O kadar müthiş bir andı ki, hem nefesim hem ellerim titredi.

Ben onlarla denizin üstünde tanıştım. Yani Goa Yayınevi’nin sahibinin kayınpederiyle.

Ya, olacak iş değil. Beni denizin üstünde, Yalıkavak’daki evimizin denizinin iskelesinin üstünde buldu o güzel adam. Yalıkavak, hayatıma hep mucizeler kattı. Nasıl sevmem ben cennetimi.

O kadar acayip bir buluşmaydı ki!

Hikayesi yazılası bir buluşma.

Denizdeydik çocuklarımla. Bir sürü de üzücü şey olmuştu o dönem hayatımızda anlamsızca. İçimiz kırıktı. Bir zeytin ağacımız öldü hatta o ara. İçim yandı onun o kurumuş dallarına bakınca. Gözümün önünden asla gitmiyor.

Neyse.

İskeledeyim. Deniz dalgalı. Hava inanılmaz sıcak.
Çocuklarım koşarak yanıma geldiler ve bana; “Anne bi adam seni soruyo herkese.” dediler. “Hey Allah’ım yaa, yine olay ne?” diye içimden geçirdiğim sırada, o adam geldi iskelenin en başına ve; “Yonca Tokbaş nerededir, kimdir?” diye bağırdı. Öyle fena oldum ki, kalktım ayağa ve; “Buyrun beyefendi burdayım, benim!” dedim tedirgin ve bıkkınca, hani “ay ne olacaksa olsun ve bitsin artık” şeklindeydim. Adam gülümseyerek bana doğru döndü ve yürümeye başladı. Yüksek sesle; “Hah işte, ben de sizi arıyorum kaç gündür! Bayılıyorum sizin yazılarınıza. Hele geçen günkü o şükretmekle ilgili olan var ya, kestim gasteden ailedekilere okudum. Bizim damat Goa Yayınevi’nin sahibi, biz sizin kitaplarınızı basmak istiyoruz!” demez mi, şezlonga yığılmışım.

Ölüyorum sandım.

“Rüya mı acaba?” diye iç geçirdim. O kadar doğaüstü bi şey gibi geldi ki olay bana. Hani ben ne sandım ne çıktı. Ne beklerken ne oldu. Üstelik o kadar istediğim ve saçma sapan bir ürkeklikle adım atamadığım, nereden nasıl başlayacağımı bilemediğim bi şeydi ki, şezlonga kendimi jöle gibi atıp, denizden derinlere, ufka doğru bakıp; “Ya ben ne şanslı, ne acayip mucizelere şahit bi insanım!” deyip durdum.

Buz gibi soğuk bi bira ısmarladım kendime acilen. Uzun uzun sırıtarak baktım sağa sola. Sanal aleme haber saldım “hayatım hep beklenmedik anda gelen mucizelerle dolu” diye.

Ama işte insan bir şeyi çok istediğinde, nedense bazen çok sessiz kalıyor. Ürkek davranıyor. Ben öyle yapıyorum yani.

O buluşmanın ardından koca bir yıl geçti. Arada bir-iki kere yazışmış; ama benim yüzümden buluşamamıştık yayınevimle.

Derken, bak bak bak yine acayiplikler devam ediyor, tam da bu kitabı yazmaya karar verdiğim, adını koyduğum ve Can Dostum Görev Bilinçli Kırmızı A.’yı arayıp; “Ben yazıp bitirdiğim diğer iki kitaptan önce bunu yapmak istiyorum ve yapacağım!” dediğim 14 Haziran günü -ki bu da Ruh İkizim Adaletli G.’nin doğum günüdür- Facebook’dan mesaj gelmez mi: “Kitabı ne zaman yapıyoruz Yonca, artık yapsak şu işi?” diye… yine kopmuşum.

Nasıl olur da beni tam da bu kararı verdiğim an yakalarlar diye, havadaki telepatinin gücüne şahidişok oldum.

Ve ve ve, hemen o gün bir hafta sonra buluşmak için karar verip anlaştık. O kararı verip buluşmayı kesinleştirdiğimizde ne Goa, ne de ben 21 Haziran’ın nasıl bi gün olduğunu hiç düşünmemiştik.

Bi de ne var biliyor musunuz, içime öyle delice sindi ki bu karışık kuruşukluk, koyvererek yazma hissi gözümde hiçbi şey yoktu artık.

İnsan içi nereye giderse oraya dair yazabilmeli yahu! Girişler, gelişmeler, sonuçlar, sayfa düzenleri veya ne bileyim, o bunla uymazlar olmadan yazabilmeli. Fransız Okulu düzeni yormuş mu ne beni? Düzensizlik istiyorum düşüncelerimde.

Ne kitap kaç basmış, kaç satmış, ne ne olmuş hiçbirinin önemi yoktu ya benim için, içim rahat etmişti. Ben bu kitabı yazmayı, aklımdan o an geçen neyse onu paylaşmayı istedim. Elimde 1 kitap olsun, 1 kişi okusun, yine 1 kişi, 1 kitap, 1 şey için adım atayım diledim. Hani havuza atlayıp debelene debelene yüzmeyi öğreneyim, ağzımdan burnumdan tuzlu sular girsin, öksüreyim, tıkanayım; ama sudan yüzmeyi öğrenmiş bir balık olarak çıkayım istedim.

OLDU!

Ben bir adet sudan çıkmış balık olma yolundayım.

Ve biliyor musunuz ardından çok acayip şeyler de oldu. Ben her şeye 1 adım atmak için yola çıktım çünkü. 1 çocuk için, 1 adım için, 1 kulaç için, 1 yazı için… 1 gülümseme için…

Hayatım hep 1 şey için 1 şey yapmayı isteyerek, deneyerek, yaparak; o 1 şey için çabalayarak geçiyor.

1 şeycik diye küçümsemeden…

İyi 1 şey bu galiba; çünkü arkası binlerce güzel şey olarak geliyor.

Çok şükür!

Ama tam da şu anda 1 dakka durmam, yazmayı bırakmam lazım; çünkü bu akşam “Fatmagül’ün Suçu Ne” dizimin son bölümü var.

Sakın gülmeyin.

Pek üzülüyorum o diziden ve dizideki oyunculardan ayrıldığıma ve kitlenip nefes almadan izlemek istiyorum.

Kadınların birbirini oymadığı tek dizi “Fatmagül’ün Suçu Ne” çünkü. Önemsiyorum bunu.

Kadınlar arası nadir olan bu dayanışmanın dizilerden bilinçaltına kazınması fikrini seviyorum.

Dayanışmayı seviyorum.

Dizicağızım bitince, yazmaya devam ederim nasıl olsa.

Ve 1 şey daha…

Fatmagül’de neyi sevdim ben biliyor musunuz?

Affetmenin yüceliğini sevdim. Hayata her şeye rağmen devam edilebilirliğin olması fikrini sevdim. Unutabilmeyi sevdim. Umudu kollamayı sevdim.

Keşkelerle yaşamanın, insanın yaşama şansını elinden aldığını anlatmasını sevdim.

Keşkesizce nefes almaya devam edersen -yani buna karar verirsen- hayatın sana güzel sürprizler yağdırma olasılığıyla karşılaşma şansının olmasını sevdim.

Fatmagül’ün suçu neydi ki devam etmesin?

Etti.

Kalbini aşka kapamadı. Kalbini hayata kapamadı.

Kalbini hiçbir şeye kapamayan insanlarla olmayı seviyorum.

Fatmagül de bunu yaptı ya.

İyi etti.

Haydi iyi seyirler.

Kalbimi hiçbir şeye kapatmıyorum.

YOU MIGHT ALSO LIKE
6 comments
  • Ceyda Tansev 25/07/2017 at 19:27

    Hayırlı olsun.Cok guzel olmuş.Umarim abone olmayi da becermisimdir💜

  • Songül Sevük 25/07/2017 at 19:41

    ” O benim geçmişimin kopyasını saklıyor hafızasında ” Bayılıyorum sizden alıntı yapmaya…

  • sunar kural aytuna 27/07/2017 at 11:03

    ilgimi ilgisiz mi bilemiyorum ama mina urganın da doğum günü 14 mayıstı

    fatmagüle hayran olabilirim onun gibi olmak isterim ama olabilir miyim bilemiyorum

    yanıt yazmana gerek yok. seni sevdiğimi biliyorsun.

Leave a Reply