Hangisi benim evim, ben hangi evim?
Dubai, Yalıkavak, Kızlan, Şenköy…
Hepsi benim evim. Ben bu evlerin hepsinin evcimeni, kurucusu, kökü, bağı, yaşatıcı ve yaratıcısıyım.
Peki ama ben hangi evdeyim?
Ev ev gezmekten, birinden öbürüne eşya taşımaktan perişanım.
Bıktım.
Aynı evde yaşayan, bir ömürdür orada olan insanlar arkada bıraktıkları çiçekler ne olacak diye tasalanmıyor.
Böyle bi cümleleri bile yok.
Bavulları yok. Bavulu var.
Mantoları bi tane.
Benim her evde varlığını dahi hatırlamadığım mantolar yüzünden, müsriflik suçluluğu sendromum var.
Hayat koşullarımdan ötürü ziyankarım.
Nasıl olsa o evde bi mayom vardır diye gidip donsuz kalabiliyorum.
Sürekli hangi evde neyim var, veya hangi evde neyim yok, hangi evde nasıl bi çalışma ortamı yaratabilirim veya asla yaratamam gibi şeyler düşünmekten; ev denince tüylerim diken diken oluyor.
Bir eve ait hissetmek, o evde doğmak-büyümek-ölmek…
Benim nerede öleceğim bile belli değil.
Bu yazıyı yazarken inşallah Datça’da ölürüm dedim.
Evlerimin her biri bambaşka karakterlerde.
Ben de onlara gidince başka başka yoncalarım, türlü türlü yoncalaşıyorum.
Kızlan’da köylüyüm.
Yalıkavak’da zeytinci bir sahil güzeli çiftçiyim.
Şenköy’de bildiğin zeytin işçisi, Dubai’de Kraliçe Elizabet’ten halliceyim.
Aklımdan su geçse, getirecek birisinin olması fikriyle yaşatan Dubai ile, amelelik candır hisleri ile yaşadığım evlerim arasında şizofren çıkmadığım için bence hayli uyum kabiliyeti olan biriyim.
Yorgunum biraz bu ev meselesinden.
Bi ara, bi bavuldu evim.
Ha bire çekiştiriyordum oradan oraya. O bavul kadar küçük olmak istediğim bi dönemdi. Birilerinin beni kolumdan tutup çekiştirip oradan oraya sürüklemesinden başka bi şey yapacak gücüm yoktu.
O bavula sığmak ve sığınmak nefis gelmişti.
Bi ara ormanlar benim evimdi. Hiçbir eve sığamadığım, evde göreceğim gerçekler yerine; eve kör, dünyaya açık gözlerle yaşamaya ihtiyaç duyduğum o dönem.
Muhteşemdi orman evim.
O kadar çok tehlike içinde hayatta kalabilir olduğumu görmek, hayatta kalma becerilerimi geliştirmek çok iyiydi.
Evde yeşertemediğim ne varsa, ormanlarda zaten yemyeşildi.
Ev ne kadar umutsuzsa, orman sonsuz umuttu.
İçinde küçücüktüm, içinde kocamandım. İçinde güçlü ve güçsüzdüm ormanlarımda.
Kaçamakların en yargılanmadığı yerdi orman evim.
Koştum koştum koştum.
Sonra koşarak eve döndüm.
Bavullar küçük olmak zorunda olmaktan, çekiştirilmek istemekten çıktı.
Bavullara sığamaz oldum. Küçültmek için o kadar çok uğraştıktan sonra bu sefer de sığamaz olmaya alışmak illalah dedirtti.
Ben büyük bavullardan taşmayı pek sevdim.
En son ekstra kilo için bi ev parası ödedim.
Oh canıma deysin.
Onlarca yıl kendimi küçülte küçülte cezalandırır gibi kabin bavulundan da küçülmüş Yoncacağızımın büyümesinin şerefine, sadakam olsun gitsin.
Bavul küçükken kendimden, büyüyünce bavuldan utanıyor(d)um.
Evlerim var derken zengin gibi duruyor olduğundan utanıyor(d)um.
Sabit bir ev, bir eve sabitlenmeyi isterken, hiç istemediğimi anlıyorum.
Nihayet, evlerimin ruhumun mevsimi neredeyse ona hizmet etmek için var olduklarını biliyorum.
Ben bir ev değilim.
Ben birkaç evim.
Orman da, toprak da benim evim.
Ruhumun ihtiyacı hangisiyse artık, ona göre seçer gider, mecburiyetten alına alına birikmiş mantolarımın içinde donlu donsuz başımın çaresine bakar idare ederim.
Benim en güçlü ve yegane sığınağım, arınağım, tapınağım, evim, ruhum ve bedenim.
Bavulu da bi zahmet başkası taşısın.
Yonca
“yuva”
“ev-rock”
Ankara Lycée Charles De Gaulle Lisesi ardından Boğaziçi Üniversitesi’nde İngiliz Dili ve Edebiyatı okudum.
7 yaşında gazoz kapağı toplamakla başlayan; orta, lise ve üniversite eğitimi sırasında devam eden farklı iş deneyimlerimi saymazsak, üniversite sonrası sırasıyla; TÜSİAD, Sarkuysan, Commercial Union Sigorta, Yaşar Dış Ticaret gibi şirketlerde farklı görevlerde çalıştım.
Leave a Reply