• 11/06/2018

Helal Mutsuzluk

Helal Mutsuzluk

Helal Mutsuzluk 1024 680 Yonca Tokbaş

Benden yepyeni bir ben, hatta birkaç tane ben daha doğurduğumu düşündüğüm şu dönemde, daha önce hiç bu kadar derinden hissetmediğim bir mutsuzluğa düştüm. Beni tanıyanlar, “mutluluklarını çok yüksek seviyede yaşadığın için, mutsuzluk da seni o kadar yüksek çarptı” dediler. Bilmiyorum. Gerçi üzüntü demeliyim belki, mutsuzluk yerine. Üzüntü mutsuz ediyor, o da var.

Ben ne kendime, ne de başkalarına karşılaştırmalı bilimsel deney şeysi gibi bakamıyorum zaten. Daha önce hep köşe bucak kaçmışım mutsuzluktan. Çocukluğumdan beri mutluluk için nasıl çok çalıştığıma dair çok yazı yazdım. Küçük mutlulukları ne kadar çok sevdiğimi de yazdım. Çünkü öyle. Mutlu olmayı, mutlu etmeyi çok seviyorum. O yüzden, birden böyle üzülüp mutsuz olunca, içime bir endişe ordusu çöktü, altında kaldım. Yanıma yamacıma gelen herkes nasıl çabalıyor acilen mutlu olayım diye…

Bu sefer de kendimi iyice fena hissediyorum. Bu kadar çabaya, acilen çok hızlı mutlu olmalıyım. Oysa benim yavaş olmaya, durmaya, çoook sakince, bebecik adımlarla ilerlemeye ihtiyacım var. Böyle hissediyorum.

Mutsuzlukla yeni tanışıyorum. Ona dair çok büyük önyargılarım var-mış. Elini sıkmak istemediğim bir yabancı gibiymiş. Bugüne kadar ne çok yabancının ve hatta belki de art niyetli birilerinin elini hiç düşünmeden, güvenle sıkmışlığım var halbuki.

Mutsuzluktan amma korkutulmuşuz di mi? Haram edilmiş bize mutsuzluk. Uzaklaştırılmışız, dev bir kara büyü, bir öcü olarak algılamışız. Hepimizin acilen çok mutlu olmaya ihtiyacı var, hatta mutlu olmaya zorunluyuz diye yazılıp çiziliyor, anlatılıyor. Mutluluk dayatması yaşanıyor bi bakıma sanki.

Peki mutsuzluk da bir duygu değil mi? İnsan mutsuzluğa da ihtiyaç duymaz mı hiç? Mutsuzlukla barışmak yasak mı?

Her yerden aralıksız ve çok sık “mutluluk reçeteleri” fışkırıyor. Öyle olmazsa bunu dene, şu işe yaramazsa bunu yap, olmadı zıkkımın kökü, senden bi şey olmaz, sen çöpsün sanki.

Bense size, “Bakın ben mutsuz oldum, çok kötü diilmiş, ölünmüyo” demek istiyorum.

Mutsuzluk da helal!

Mutluluk ne kadar haram değilse, mutsuzluk da o kadar helal.

Beni neler mutsuz ediyor yavaş yavaş fark edip öğreniyorum. Listeliyorum. Tane tane. Kendimi ürkütüp kaçırmadan. Mutsuzluk listem uzadıkça, beni mutlu eden küçük sade kısa şeyler listem güçleniyor. Bu da çok ilginç bir deneyim.

Yine anlıyorum ki, hayatta hiçbir şey ağırlıkla, uzunlukla, pahayla ölçülmüyor. Hepsi çok göreceli ve bazen mutsuzluk da çok işe yarayan bir öğreti ve tecrübe. Kalkıp bunu da bir başarısızlık hikayesi gibi görmek, damgalamak da bir tür moda gibi. Tarihte, edebiyatta bunca yazar, filozof var mutsuzluğunu yazmış, doya doya yaşamış, onları depresif züğürtler olarak damgalamak mı, yoksa yazdıklarıyla beraber dertleşip rahatlamak mı derseniz, benim için illa ikincisi.

Bir okurum, “Belki de bütün bunları bize yazabilin, anlatabilin diye deneyimliyorsunuzdur..” dedi. O kadar iyi geldi ki bu dediği, belki gerçekten de öyledir. Mübarek ben kadar bi şeyleri dibine kadar deneyimleme delisi, meraklısı olmaya görsün insan. Mıknatıs gibi çekerim o şeyi.

Neyse bakın, her kedi meraktan ölmüyor, mır mır mır anlatıyor.

İnsana dair ne kadar çok yaşanacak ve anlatılacak şey var. Birileri yaşıyor, birileri ise anlatabiliyor. E ben de yazıyorum işte. Of ne iyi geliyor yazmak şu an! Kilidini kıramadığım sandığın anahtarını bulup açmış içinde çocuğumu bulup kurtarmış gibiyim! Oh be oh!

Rahat rahat nasıl mutsuz olunur diye anlatan da yok, yazan da. Dedim ya, hep mutlu olmanın yolları tarifleri reçeteleri bas bas. Hatta dayatmaları demeliyim. Mutlu olmak mecburi. Olmayanı dövüyorlar, dışlıyorlar, hasta muamelesi yapıyorlar. Kim bunlar arkadaşım yahu? Kim bunlar? Ben de onlardanım. Dım. Ben de sürekli mutluluk gazı bastım durdum. Bana bakıp kim bilir kaç mutsuz kişi fenalık geçirdi, veya kaç kişi “ben de çok çalışıyorum onun gibi olmuyor” diye üzüldü, yoruldu.

Özür dilerim.

İyi günlerim, kötü günlerim tabi ki oldu hep, ama ben o anlarda bile aralıksız soluksuz mutluluk çabasındaydım. Hiç şöyle bırakmadımdı kendimi, “du bakalım nereye kadar mutsuz olacağım?” diye. Serbest uçuş gibi bıraktım bir süredir. Yüzüyorum içinde.

Kendime, “Dostum, bi iyicene dibe vurup sıkılana kadar özgürce mutsuz ol bakalım n’ooluyomuş?” dedim. Korkma Yoncacım, dedim. Belki birileri çıkıp böyle dese açıkça, ohhhh, gazı kaçmış balon gibi pörsüyüp bitecek bu hal. Belki insan mutsuzluğa doyunca, yani hakkını verince; mutluluk daha kolay, doğal, çabasız ve kendiliğinden oluverecek. Denemeden nasıl bileyim di mi?

Çocuklarıma asla duygularınızdan kaçmayın diyorum. Her duyguyu dibine kadar yaşayın özgürce diyorum, korkmayın hiçbir duygudan diyorum.

Mutsuzluğu da yaşayın diyemedim ama. Tabu, cıs gibi bi şey değil mi, siz de okurken öyle hissetmediniz mi bu son cümlemi? Mutsuzluk ayrımcılığı yapmışım resmen. Hatta onlar mutsuz olacak diye ne kadar büyük bir korku varmış içimde. E hani endişesiz, korkusuz analık hali? Ahh Yonca, insanın korktuğu başına gelir denmedi mi? Al işte. İnsana has, özgü, içinde barındırdığı binlerce duyguya izin verip mutsuzluğa yasak koymuşum ben de. Buyrun size itiraf vakti.

Bunları yazdıkça ne kadar rahatlıyorum.

İnsan, en korktuğu şeyleri yaşadığı zaman güçleniyor. Gerçekten öyle sanırım. İçimde tuhaf bir güven ve huzur.

Mutsuzluğun, üzüntünün içinden bildiriyorum a dostlar. Sakın kendinizi yalnız hissetmeyin başınıza gelirse. Oralarda bi yerlerde mutluluk faşizmi kelleler koparırken, mutsuzluk bir avuç özgürlük molamız belki de. “Mola” ne güzel kelimesin sen!

Şu anda, bu yazıyı yazabilmek bana iyi geldi. Umut benim için bunun ta kendisi işte. Belki de şu an, korkarak yazdığım bu yazı – eyvah damgalanacak mıyım diye endişeler içinde yandığım doğrudur- köşe bucak gizli saklı mutsuzluğundan utanan birilerine, arkadaş olmuştur.

Hayat böyle de, yine de devam ediyor.

Mutsuzluğu yargılamayı bıraktım.

Kendisiyle el sıkıştım. Birini tanıdıkça, ondan korkmak yerine güvenmeye başlıyorsun.

En çok da kendine… Çünkü ben, korkabilirim.

Yonca

“deşarj”

 

 

Foto: Pam Durant

Leave a Reply