Bu fotoğrafa durup durup bakıyorum.
Taşlara. Taşların dizimine. Yan yana alt alta üst üste dizilmişliklerindeki düzene..
Gölgeme, sağ elimin duruş şekline; çelimsizce ve sanki o taşı şöyle sıkı sıkı tutsam kırılacakmışçasına nazikçe dokunamayaşıma, sol elimin atıl kalışına, sağ bileğimdeki yazmaya, sağ ayağımın bir adım geride, sol ayağımın önde yakalanmış o anına bakıyorum.
O sağ elim öyle bir yakalanmış ki, tut kızım o taşı sıkı sıkı. Tut korkma! Kavra şöyle takır takır diyorum kendi kendime, içimden.
Ne çok detayı görüyorum her bakışımda.
Damarlarım… Can damarlarım! Damarımda gümbür gümbür akan kanım… Hayattayım! Yaşıyorum! Akıyorum!
Dizlerimi nasıl kırdığım, nasıl yere doğru iyice eğildiğim kendime kapandığım; baldırlarımdaki kaslar, taşların üzerinde duran ayaklarımın onların sertliğine uyum sağlayıp bükülmeleri, havaya doğru kıvrılmaları…
Tam pür dikkat adım atarken, düşmemek için, tutunmak için o ana var gücünle dikkat edip odaklandığın o anda bir insanın beden dilinin fotoğrafı bu kadar mı güzel olur diyorum.
Bu fotoğraftaki her taş hayatın bir basamağı olsa diyorum, al sana hayatımı nasıl yaşadığımın görseli!
Her attığım adıma bir yanım çelimsiz, diğer yanım cengaver.
Bir tarafım hadi yürü kızım diye önde, öbür yanım acaba mı tereddütlerinde.
Bir yanım her şeye kolaycacık uyum sağlıyor, savaşmadan, itişip kakışmadan; başka bir yerlerimse hep eğreti gibi. Kendini oraya ait hissetse mi, güvense mi, çekinse mi?
Bir yandan eğiliyorum sanki hayatın ağırlığı karşısında, bir yandan da diyorum ki, hayatın bana getirdiklerine saygımdan, onları daha yakından görüp yaşamak koklamak için saygıyla eğiliyorum. Bir yandan bakıyorum ne büyük bir güven o taşlara basarkenki duygu! Sağlam o taşlar, korkma bas tut çık güven Yonca!
Bir yandan da temkin… Belki biri kayar ayağımın altından.
Ve yine de atıyorum o adımları tek tek tek tek… Sırası her neyse öyle. Sağ sol fark etmez.
E etmez çünkü ben normalde illa sağ adımla başlarım ama baksana bu fotoğrafta sol adım önde ya işte… ve ben bu fotoğrafın gittiği ve vardığı yeri biliyorum.
Solla da yakalanmış olsam rast gitti işim o gün.
Tuz Gölü çıkışı burası.
Bu sene Runfire Cappadocia sırasında çekildi, 2016 Temmuz. Beşinci gün, birinci etap.
Bu taşları çıktığım yerde ekip bekliyordu. Şu anda kulağımda seslerini duyuyorum mesela yazarken:
“Çok iyisin Yoncaaaa, ha gayret.. Az kaldı.”
Sonra arkamdan gelen arkadaşa seslendiler.
Ha mesela bu fotoğrafta bir başkası, onun arkasında bir başkası ve daha ne çok birileri daha var. Tıpkı benim önümden benden önce geçen en az 10 kişi daha olduğu gibi.
Fotoğraf hayat gibi. Hayatta da bazen öndesin birilerinden ama senden önde birileri illa ve hep ve mutlaka var.
Tıpkı sonuncu gibi hissetsen de senden sonra birilerinin de olması gibi.
Tıpkı bu fotoğraftaki iki insanın birbirinden habersizce sanki birbirlerinin gölgesi gibi aynı şekilde eş duran halleri gibi..
Her şey aynı anda bi şey hayat. Her şeyin aynı anda oluverdiği!
Bu fotoğraf bana hayata tutunmanın, hayat olmanın yazısını yazdırdı…
Bi şey daha fark ettim tam yazıyı bitirecekken, döndüm aradım buldum.
O da bu son fotoğraf. Aşağıdaki.
Yukarıda bana bu yazıyı yazdıran o siyah beyaz foto, bütünün içindeki o anın yakın çekimi ve siyah beyaz.
Oysa hayat bi tek ancık değil ki, veya o ancıkla anlatılamıyor ki. Dahası hayat hiç siyah beyaz bi şey değil. Milyarca renkten olan bi şey. Trilyarca renk hatta.
Doğru hatırlıyormuşum. O fotoğrafın bir de geniş açılı, renkli hali varmış.
1 adım sonrası…
Şimdi bi durun ve bakın bu son fotoğrafa…
Ellerim yerden kesilmiş, dikleşmeye başlamışım. Bir ayağım yerden kesilmiş…
Arkamda ayak izleri, arkadaşlarım… kimi izler derin, kimi silik…
Şapkanın altındaki gözlerim belli ki bir kare sonra bekleyenlerle göz göze gelecek…
“Hadi Yonca, ha gayret az kaldı!”
Güven Yoncacım Güven…
Hayatta her şeyin özü güven.
Yonca
“kaya”
Yonca notu: Fotoğraflar için Runfire Cappadocia boyunca tüm fotolarımızı ve videolarımızı çeken Uzunetap/Go Shots ekibine harbi teşekkür ederim! Sayenizde çekilen tüm fotolarla foto-roman yazabilirim!
Yonca’nın müzikli notu: Şu Queen var ya.. canım Freddie Mercury her sözü kelimesi müziği osu busu.. bitiriyor beni ve evet bu yazının şarkısı sözü dili eti kemiği budur! These Are the days of our Lives… Bunlar hayatımızın günleri….
Ankara Lycée Charles De Gaulle Lisesi ardından Boğaziçi Üniversitesi’nde İngiliz Dili ve Edebiyatı okudum.
7 yaşında gazoz kapağı toplamakla başlayan; orta, lise ve üniversite eğitimi sırasında devam eden farklı iş deneyimlerimi saymazsak, üniversite sonrası sırasıyla; TÜSİAD, Sarkuysan, Commercial Union Sigorta, Yaşar Dış Ticaret gibi şirketlerde farklı görevlerde çalıştım.
Leave a Reply