Herkesin aklına burçlar geliyor… benim aklıma manavların kullandığı kefeli terazi geliyor.
O da hiç dengede durmaz aslında.
Benim gibi.
İlla bi taraftan bi tarafa ağırlıklar koyman lazım ki dengeye gelsin.
250gr sağa, 100gr sola.Veya daha azı, daha çoğu.
Denge peşinde değilim. Dengesiz ve mutluyum. Dengem bu benim. Biraz eksik, biraz fazla olmak. Her nasılsam öyle olmak kısmı beni dengede tutan.
Hani o teraziler iner çıkar yanyana durmaz ve odur ya onu terazi yapan… Bayılıyorum işte o dengesiz şeyin dengeyi ölçmesine.
İlişkileri, hayatı, kadın erkek olaylarını, yaşananları dengeli, dengede, denk tutma çabası zehirliyor sanki.
Ya da ben o dengede olma çabası, baskısı yüzünden kendimi şaştım.
Kime ne yaaaa benim dengemden, kime neye göre dengeliyim, dengesizim?
Bana ne başkasının belirlediği denge kriterlerinden.
Benim dengemi bozan ne oldu biliyorum ben.
Para.
Para peşinde koşmam gerekiyor hissi, para kovalamazsam, kazanmazsam, elimdekilerle -yani içinde bulunduğum o rahatla barışık ve yetişik olursam- durursam ayıp olur, eksik kalırım, yakışık almaz kalıpları beni bozdu.
Kendimi yargılamam benim dengemi bozdu.
Sürekli elalemi dinleme ve takma hastalığı beni bozdu. Bu hastalığı bana bulaştıran te böyle toplumun içine edeyim be ben.
Demek ki ben aslında, bir kadının elindekilerle yetinen ve para peşinde koşmasına gerek olmayan bir hayatı olması sözkonusu olduğunda o kadını beceriksiz, yeteneksiz, tembel, şımarık, işe yaramaz, boş, hayat amacı olmayan bir insan olarak görüyorum. Bu yani. Net.
Kişi kendinden bilir işi.
Üretmek demek, karşılığında anında parasını aldığın bir şey olmazsa, bir maddi gelirin kaynağını sen yaratmamışsan ve hazıra konuyormuşsan, o insan çöp diye düşünüyorum demek ki.
Çünkü kendime böyle davranıyorum. Böyle bakıyorum ve bunu asla bir gerçek olarak yüksek sesle söylemiyor, kendime itiraf etmiyorum. Hatta yazmıyorum. Al sana yazdım.
Oh.
Takıyorum ben.
Sürekli bir şeye takıyorum. Acı üretmeye, kocama, başkasına, yazamamaya, uyukladığıma, televizyon izlememe, dizi sevmeme, yemeye, evde oturmama, saçma sapan şeylerden sanki açta ve açıktaymışcasına davranıp kurban olmaya, eziklenmeye, saklanmaya takarken kendimi yakalıyorum. Bunların her birinin bi ağırlığı olsa, kefelerden birine konsa… ki genelde bu kefe sol tarafım olmalı keza bedenimde bütün arızalar durduk yerde solumdan vuruyor beni… sol dizimde bazen acı oluyor, sol ayak bileğim şişiyor, sol elim tutuklaşıyor, sol şakağım, sol gözüm hep daha arazlı ağrılı oluyor, sol göğsüme bıçak saplanıyor… gibi gibi..
Dur ya.. Ben bir internetten bakıcam bu sol taraf neydi?
Duygusal, yaratıcı taraf mı?Beyin, akıl, mantık tarafı mı?
Açtım şimdi baktım.
👀👀👀👀
Bu arada da masada bir kart ilişti gözüme. Kolaj.
Bir kadın.
Sol gözünün etrafındaki gül deseninin sapı ve dikenleri sol yanağından aşağı doğru akıyor. Kafasının tepesindeki ojeli parmakların üçü kırmızı, altındaki üçü mavi ve tonları… Sağ gözünün etrafını çerçeveye alan bir kurşun kalem, hani meme kanseri kurdelası gibi bükülmüş ve üzerinde ters çevirince okuyup şaşırdığım “ovarian cancer” yani yumurtalık kanseri yazıyor…
Göğsünü görmüyoruz çünkü yine ojeli dört parmak denk geliyor oraya ve ojeler soldan sağa mor, pembe, kırmızı, koyu mor olarak gidiyor…
Onun da sol gözünü gül bürümüş… Kan bürümesin de!
🌹🌹🌹🌹
Dönüyorum beynin sol ve sağ lobuna dair arayıp bulduğum en kısa öz nota.
🧠🧠🧠🧠
Sol Beyin Özellikleri
Beynimizin mantıksal kısmı sol lobudur.
Matematiksel işlemlerde başarılıdır.
Sebep-sonuç ilişkisini iyi kurar ve analitik düşünme becerisine sahiptir.
Kelime, sayı ve sembollerle ilgilenir.
Sol beyin lobu, vücudun sağ tarafını (organlarını) yönetir.
🎯🎯🎯🎯
Hmmm.. sol beynimin hükmettiği sağ tarafımda tek sorun yok iyi mi!
🤯🤯🤯🤯
Sağ Beyin Özellikleri
Beynimizin yaratıcı kısmı sağ lobudur.
Sağ beyin, görsel ve işitsel konularla ilgilenir.
İnsan, sezgilerinde beyninin sağ tarafını kullanır.
Aynı zamanda sağ beyin lobu, vücudun sol tarafını (organlarını) yönetir.
Görme ve duyma yoluyla öğrenir.
Gerçek üstü hayaller kurar, mecaz anlamlarla ilgilenir.
🙌🏼🙌🏼🙌🏼🙌🏼
Çata paaaaat! Hayallerim, mecazlarım yakıyor beni. Cayır cayır.
Bunu kaç zamandır arayıp okuyacağım diye bekliyorum biliyor musunuz? Yıllar oldu. Şu kadarcık şeyi açıp bakmak beni rahatlatacaktı. Üstelik bildiğimiz de bir şey. Ömrüm geçiyor internette ve bir kere girip bakmak ve kesin bilgiyi görüp hah bak şu demeye elim gitmedi. Unuttum, istemedim, hatırladım, vazgeçtim, korktum.
Ailemle ilgili bi şey olduğuna inandırdım kendimi çünkü! Ailemle ilgili bir sıkıntıysa görmeyeyim dayanamayacağım dedim durdum, kaçışlar içinde.
İtiraf edince bi şeyi kendime, bunun gibi, teraziye duruma göre belli bir ağırlık koymam gerekiyor gibi bi şey geçti içimden. Mesela bu itiraf için bi 500gr’lık koyarım sağa.
Soldan alıp!
Büyük rahatlar sol taraf, azıcık yukarı kalkar dibe vurduğu yerden.
Aileyle ne alakası var! Gerçek üstü kurduğum bu hayal beni durduk ve yok yerde üzüyordu.
Bitttttiiiiii.
Gerçek o değil ki. Gerçek değilmiş işte yani.
Mecazlar da yoruyor beni. Bu da önemli.
Ben mecazları çok seviyorum, yani bir gerçeğin, bir sembolün içinde mecazı görmeyi ama yazarken ve kendimi ifade ederken uydur kaydır dolandır mış gibi yap kısmını HİÇ sevmiyorum ve çok yoruluyorum. Ay nasıl rahatladım şunu nihayet adını koyarken açık açık yazdığıma. Anladığıma.
Al sana… ben mesela işte tam bu yüzden kitabımı yazarken kurgu yazıcam, bilmem kime anlattırıcam, yok Kedi anlatsın, baş karakter benken Hüsnü olsun; Hüsnü de bence Aliye olsun filan yapamıycam.
Bi yandan da, bunca yazdığım şey, yani o uydurduğum ve gerçeklerle kurgularla süslediğim o karakterler, onlarca sayfalar, cümleler şimdi çöp mü olacak sorunsalı yiyor beni. Ne cefayla yazdım ben onları… yazık be.
Yoruyor daha yürümeden bu yollar beni.
Al kızım sol kefeden bir 250gr ağırlık daha, at sağa.
Oh be! Azcık daha yükseldim sanki.
Sağ kefe, tatlı tatlı soldaki ağırlıkları alıp hayatın yüklerini paylaşır hafifletir anlar oldu. İtinayla sağı dibe vurdurmayayım da solu kurtarıcam derken.
E malum sağ bi de analitik ve mantıksal demiş bak İnternet Abi. Çözücez işte işin o beni yiyen sorunsal denge problemini.
Peki ne yapacağım ben bunca yazdığım şeyi? Yapabileceklerim şunlar mesela diye önce bir onları gelişi güzel sıralayayım, içlerinden seçerim, yaparım veya yapmam.
1- Dönüp okumak istiyorum yazdıklarımı.
İçlerinden bu dursun dediklerimi tutmak işaretlemek istiyorum. İşe yaramaz gibi gelenleri de yedeğe, zulaya atmak için işaretlemek istiyorum. Atma Yonca, belki işine yarar sonra.
2- Dümdüz yazmak istiyorum. Bir kelimeden, attığım başlıklardan, Likya’lardan… oymuş buymuş demeden. Yazmak…
3- Kendimle dalga geçebilmek istiyorum. Başkalarını güldürebilen o Yonca’nın kendini de güldürebilmesini istiyorum yazdıklarıyla.
4- Basit hikayem ne? Sorusunun cevabını vermek istiyorum. Kilit cümle yani.. Hani GOT’un hikayesi: “1 sandalye var herkes ona oturmak istiyor” gibi.
Bak bunları böyle yazınca da soldan al bir 250gr daha, at sağa. Oh… çat diye kalktı vallahi kefe yeterince havaya… bir tür seks ilişkisi yaşıyorum şu an teraziyle.
Sağla tam dengeye gelmedi sol henüz.
Bu durumda tarttığın şey neyse, kese kağıdına koymadan önce, manav ondan bi tane daha ekler kefeye. Ne kadar çekerse, olanı en yakın sayıya yuvarlayıp tamlar da söyler ya manav, “Abla 2kg geldi…” gibi ve biz de gözü kapalı öderiz ya hani, “aaaa yok bak bu 10gr eksik oldu, şu elmanın ucundan kopar da ekle tam olsun” demeden….
Hah..denge ve teraziyle hesabım tam da bu hesap şu an.
Olduğu kadarı denge, olmadığı kader.
Bana bu kadarı nefis bir hedef ve amaç olarak gani gani yeter.
Basit işlem. Denge.
Al sana Terazi.
Kökenine baktım kelimenin, Arapça’dan, “”razı” olmak var diyor sözlükler. Hukuk… Karşılıklı birbirini razı etme… vay be.. Al sana adalet. Beynim, loblarım, bedenim, hayallerim ve gerçeklerim.
Saklambaç bitti.
Sağım solum önüm arkam sobe!
Terazim geldi dengeye.
Yonca
“Kefe küfe”
****
5N 1K
Nerede yazıyorum?
AİMA, Salon. Masa. Kitap İnzivası. 31 Ekim 2019 saat 19:30
Nasıl?
Bardaktan boşalırcasına yazma hissi. Hep sol tarafım yanarken, şu an sırtımda sağ tarafta bir yanma hissi. Dağınık olduğumu, bu yazının çok saçma olabildiğini düşünüyorum ve umursamamayı seçiyorum.
Ne?
Ne ne?…
Ne zaman?
Bu yazdığım uzun zamandır yazmaktan, arayıp sormaktan, merak ettiğim şeyi ertelemekten bıktığım birkaç konuyu pıt diye aydınlattı. İlla bi zamanı yoktu, ama çok zaman harcadığım bi düşünceyi bitirmiş oldum. Oh be.
Niçin?
Yazmaya açılmak için yazdım galiba. Niçin bunu yazdım, uzun zamandır başlığını atmıştım Nuray’la konuşmamızda… yazdım bittim oldum.
Kim?
BEN, ben yazdım, ben olarak yazdım.
Müzik?
Denge yazdım ve baktım bu isimde ne var diye.. Aklıma gelmedi çünkü.. Meğer Sezen Aksu varmış bir tane. Adı Denge olan bir şarkısı…
Sözleri de şöyle:
Sizin alınız al inandım
Morunuz mor inandım
Tanrınız büyük amenna
Şiiriniz adamakıllı şiir
Dumanı da caba
Dumanı da caba
Dumanı da caba
Dumanı da caba
Bütün ağaçlarla uyuşmuşum
Kalabalık ha olmuş ha olmamış
Sokaklarda yitirmiş cebimde bulmuşum
Ama sokaklar şöyleymiş
Sokaklar şöyleymiş
Ağaçlar böyleymiş
Sokaklar şöyleymiş
Ağaçlar böyleymiş
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız
Sokaklar şöyleymiş
Ağaçlar böyleymiş
Sokaklar şöyleymiş
Ağaçlar böyleymiş
Aşkım da değişebilir gerçeklerim de
Pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı
Yan gelmişim diz boyu sulara
Hepinize iyi niyetle gülümsüyorum
Hiçbirinizle döğüşemem
Siz ne derseniz deyiniz
Benim bir gizli bildiğim var
Sizin alınız al inandım
Morunuz mor inandım
Ben tam kendime göre
Ben tam dünyaya göre
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız
Sokaklar şöyleymiş
Ağaçlar böyleymiş…
Ankara Lycée Charles De Gaulle Lisesi ardından Boğaziçi Üniversitesi’nde İngiliz Dili ve Edebiyatı okudum.
7 yaşında gazoz kapağı toplamakla başlayan; orta, lise ve üniversite eğitimi sırasında devam eden farklı iş deneyimlerimi saymazsak, üniversite sonrası sırasıyla; TÜSİAD, Sarkuysan, Commercial Union Sigorta, Yaşar Dış Ticaret gibi şirketlerde farklı görevlerde çalıştım.
Bedenimi, içimi ve zihnimi dengeye getirmekte zorlandığım bir pazar sabahı iyi ki denk geldim dedim yazınızı okuyunca. Ve iyi ki yazmışsınız, üstüne vazgeçmeyip paylaşmışsınız – teşekkürler.
Bu para, (kurumsalda) çalışma çalışmama, geçinme meseleleri beni de çokça düşündürüyor. Birkaç yıldır kurumsaldan istifa etme hayalleri kuruyorum ama henüz cesaret edemedim. İş ve ülke değiştirmekle yetindim. Yine de böyle bir işin ve o otorite oyunlarının beni tatmin etmediğini, bunların bir parçası olmak istemediğimi fark ediyorum her gün. Her pazartesi sabahı işkence, her cuma şölen resmen. İşi bırakabilmekle ilgili yukarıda yazdıklarınıza ek olarak beni ikileme sokan bir de birine -eşe, ebeveyne- muhtaç olma durumu var. Küçüklüğümden beri hayal ettiğim ve kendimle ilgili ulaşmakta kararlı davranabildiğim nadir şeylerden olan “ayakları üstünde duran kadın” / “kimseye muhtaç olmayan kadın” olma haline varmışken, şimdi işi bırakırsam bundan vazgeçecek ve birinin maddi yardımına ihtiyaç duyacak olma fikri beni korkutuyor. Sanki hayatım boyunca azimle oluşturduğum zemin ayağımın altından kayacakmış gibi…
Uzun ve kişisel yazdım, kusura bakmayın. Aslında şunu demek istedim: Yazılarınızı genelde severek okuyorum zaten. Ama böyle şeyleri yazdığınızda ayrıca takdir ediyorum. Çünkü kolay değil. İçine dönüp bakabilmek ve sizi yiyip bitiren halleri anlayabilmek, bunları ifade edebilmek, yazmaya cesaret edebilmek (ya da “cüret etmek” – bu seneki Dijital Topuklar’ın teması idi ve ben çok sevdim) hiç ama hiç kolay değil. Ve saçma mı bu, kim ne diyecek diye düşüne düşüne yazdıklarınız bazen, bu sabah bana olduğu gibi, birileri için çok aydınlatıcı ve düşündürücü oluyor.
Son olarak, yogada vücudun sol tarafı feminen taraf olarak geçiyor. Yaratıcılığa ek olarak besleyen, veren taraf. Ve bu taraf ayla ilişkili. Aynı şekilde sağ taraf maskülen taraf ve güneşle ilişkili. Vücutta feminen – maskülen, yaratıcılık – analiz, ay – güneş dengesini kurabilmek için düzenli yoga da iyi bir seçenek olabilir.
Çok sevgiler,
Lal