Kızımızdan ayrı kaldık. Ayrı düştük Destinacığımızla. Yeter ki sağlık olsun diyoruz. Nice insan bizimle aynı ve daha da zor durumda. Duygusal olarak da hepimizin çok yıprandığı bir dönemden geçiyoruz.
Bir kadın yazar ve anne olarak, Coronavirüs Covid19 günlerimizde yaşadıklarımızı aşırılığa kaçmadan, yalın bir şekilde nasıl anlatabilirim bilmiyorum.
Dikkatli, özenli bir anne oldum; ama evhamlı veya sürekli çocuğunun tepesinde bir anne hiç olmadım. Çocuklarımla değmez konular yüzünden tartışmak inatlaşmak yerine, elimden geldiğince değerler adına tartışmayı tercih ettim.
Beceremeyip çok kez zıvanadan da çıktım. İnsanım. Süper kahraman değilim. Olmaya da soyunmadım.
O çorap bu ıvır zıvır yerine; dürüstlük, samimiyet, adalet, sağlık, sevgi, merhamet vs gibi konularda tartışma hakkımı kullanmaya çabaladım.
En ciddiye aldığım şey doğadır. Onlara da bunu anlatmaya çalıştım. Parayla saadet olmadığını, insanın kendine yeterlilik esasının en büyük başarı olduğunu dua okur gibi tekrarlamaktan yılmadım. Söylemde değil, eylemlerimle de bunu anlatmaya çalıştım. Çalışıyorum.
Doğanın afetinden çok korkarım. Bilirler. Ciddiye aldığım en büyük güç.
İnsanlığın doğaya olan zalimliğinden kalbim çok incindiğinden; zeytinlere, arılara, ormanlara çocuğuma gösterdiğim özen, ilgi ve sevgiyi verip elimden geleni yaparım.
Bir de bu yaşamak zorunda kaldığımız türden kimsenin neyin ne olduğunu tam bilemediği “büyük bilinmezler” salgınlar, ciddiyetimi arttırır.
Nasıl zor yazıyorum bu satırları. Nasıl kocaman bir yumru boğazımdaki.
Etrafımda ne çok gurbetçi insan kaç türlü cephede kırık dökük. Fransızı, İngilizi, Filipinlisi, Hintlisi.. Sınrılar, bayraklar, ırklar ötesi bir ortak üzüntü. İnsanlığın birbirine uzak dur derken birleştiği ortak duygu; temkin ve önlem.
Covid19 iletişim bozukluğu salgını da yarattı. Psikolojilerimizi de ele geçirdi.
İşin fiziksel ve biyolojik boyutuna bir de ruhsal boyut eklendi.
Son iki hafta içinde çok üzülüp çok stres oldum. Sustum. Yazdım. Yazdıklarımı düzgün derleyemiyorum. Zihin sabit değil, oradan oraya koşuyor deli dana gibi.
Bir zamanlar masal gibi tarih kitaplarında okuduğumuza benzer günlerden geçiyoruz. Tarihe tanıklık ediyoruz. En son, İspanyol Nezlesi salgını yaşamış bu Dünya.
1918 yılında!
Bizim neslin pek bir tecrübesi yok yani.
Biz yazarların sorumluluğu da büyük. Yazdıklarımızla not düşüyoruz bir yerlere.
Koca Dünya ülkeleri, Devletler neyi nasıl yapacağını bilemiyor, ben neyi nasıl yazacağım hiç emin değilim.
Kızımız Destina Şikago’da Üniversite’de Dans okuyor. Columbia College’da.
Biz de Dubai’de 21. yılımıza giriyoruz bu sene.
Hiçbirimiz şu anda doğduğumuz ve vatandaşı olduğumuz canımız ülkemizde değiliz yani.
Ömrümce yaşamak istediğim tek yer ANAvatanım!
Anadolu.
Evim yuvam doğup büyüdüğüm kara parçası.
Toprağım! Güvencem. Sığınağım. Yuvam.
Karia ve Likya yolu arasında bir yerlerde, yolum sağa giderse Likya sola giderse Karia yoluna dokunarak hayatı yaşamak istediğimi Sağır Sultan dahi biliyor.
Kendi evim kendi toprağımda hür ve güvendeyim. Sizlerin nice şikayet ettiği şey, benim gözümde büyük minnet mesela. Uzak kalınca değeri artan bir konu bu.
VATANDAŞ olmak var ya, işte insan ancak böylesi günlerde bunun ne demek olduğunu bir başka anlıyor.
Gerçi ben her yaşadığım gün bunun bilincinde yaşıyorum.
Yıllarca, ExxonMobil’de, çok çeşit milletten insanla çalıştım. Aramızda vatansız kalmış, ülkesine geri gidemeyenler vardı.
Yurduna dönemeyen, pasaportu olamayan, seyahat belgesi ile yaşamak zorunda olan insanlarla mesai yaptım. Anlattıkları hep kalbime dokundu.
Kimi başka bir ülkeye, başka bir ülkenin pasaportuna kimliğine sığınmış, kimisi doğduğu yeri değil de, sonradan pasaportunu aldığı ve neredeyse hiç yaşamadığı o ülkeyi daha çok benimsemiş.
Hiçbirini yadırgamadım. Yargılamadım.
İnsan başına gelmeyen, bilmediği şeylere çok laf edemez. Bence bu konuda da sosyal mesafeyi öğrenmeliyiz, not düşeyim.
Ben kendimi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak hep şanslı gördüm. 4 mevsim, bize rağmen dayanan ve mutlaka bereketli görmüş geçirmiş canım ve Kadim Anadolu. Bu ülke büyüttü okuttu beni. Gidecek olduğum tek yuvam memleketim. Ben Türkiye’de evimdeyim.
Dubai, Birleşik Arap Emirlikleri, bunca senedir yaşıyoruz, espri ile karışık “artık içindeniz” diyorum ama, sonuçta sadece oturma izni ile geçici misafirleriyiz. Çok takdir ettiğimiz girişimleri olan bir diyar Dubai. Coronavirus covid19 ile ilgili çok hızlı ve erken kararlar almaya başladı BAE. Okullar birçok yerden önce kapatıldı. Keza buradan tranzit geçen, turist gelen ve neredeyse 200 küsür milletten insan barındıran haliyle çok da riskli bir durumu var.
Çok fazla sayıda önlem çok hızlı alındı. E malum para da imkan da var. Gereken neyse yapılmaya hemen başlandı.
Ama virüs hep hepimizden erkenci ve önde. Koca Dünya teslim.. Para da bir yere kadar işte. Söz konusu hayatta kalma modu olunca, herkes çok siyah ve beyaz.
Yazarken, kapıların sınırların ülkelerin daha da ne kadar kapanacak olduğuna ne kadar zamanımız var bilmiyorum.
Kızımızın yanımıza dönebilmesi için öyle zor bir süreç yaşadık ki; “Bunlar filmlerde olsa çok kötü bir film, izlemiyorum” der kapatırdım. İçimiz içimizi yiyerek sabrettik. Uğraştık. Denedik ve olamadı.
Kızımız yanımıza son dakika değişen ülke kararları ile gelemedi.
BAE 20 Mart’a kadar oturma izni olanları alacağını belirten bir açıklma yaptı. 48 saatten daha fazla süremiz vardı ve her şey tamamdı.
Sevindik. Ailecek birlikte olacağız. Nihayet.. Diye kalbimiz gümbür gümbür beklemeye geçtik.
Son 2 haftadır ne kadar uyudum, ne kadar normal bir insan oldum emin değilim; o son gece de hiç uyku tutmadı.
Hem üniversitesi, hem kendi bölümü, hem de kendi gönlü, rızası ve vicdanı rahat olsun diye adım adım sabırla ilerledik.
Okuduğun bölüm dans olunca işler daha da karmaşık. Sanal ortamda nasıl ve ne kadar yapılabilir, üniversite bir ara dönerse geri almayız dedi; sonra olaylar iyice ciddileşti, Destina için her türlü yardıma varız, hemen dönsün yanınıza, hiçbir şekilde mağdur etmeyeceğiz dediler.
Bütün bu gelgitler hep 24 saatler içinde oldu. Aptal olduk hepimiz bir öyle bir böyle.
18 Mart günü her bir soruya ve soruna tam ve kesin cevaplar alınca bileti de hazırdı.
Ne kadar zor bir süreç o sabırla bekleyerek ilerlemek, zaman sürekli aleyhine ve tik tak geri sayarken!
Bölümü sırf onun için özel bir sürü şey yapıyor. Buncacık zamanda ne çok sevdirmiş, saygı uyandırmış kendine diye duygulandık. Üniversitenin tavrına, bölüm başkanı ve öğretmenlerinin desteğine hayran olduk, teşekkürler ettik.
Bütün Dünya korkudan ve acıdan titrerken, salgınla içine kapanır ölülerine ağlarken çaresizce; kızımızın ve oğlumuzun sağlıklarına, iyi hallerine şükrettik anne baba olarak pıt pıt ağlayarak sessizce.
Sürekli kaygan zeminde ilerlemek, kıtalar ötesi saat farkları, çaresizlik hissi…
Evladımızın binbir belirsizlik içinde belirsiz bir zamana kadar aniden veda etmek zorunda kaldığı duyguları…
Çevremizde bütün ailelerin, çocukların yaşadığı benzer zorluklar…
Herkes gurbette çocuklar başka ülkelerde.. Hani normal şartlarda zaten ayrı olunacak ama şartlar normal olmaktan çıktı ki!
Hiçbirimiz vatandaşı olduğumuz ülkede değiliz, herkesin işi etkilenmiş, ailesi ayrı gayrı düşmüş, belirsizlikler boyumuzu aşmış.
Birileri espri yaparken biz hiç gülemedik.
Gülecek bir şey de göremedik.
Hatta süper sinirlendim nice esprilere… biz o şeyleri espri olarak alacak halde değildik. Hala da birçok şeye pek gülemiyorum.
Bir zamanlar insanları sürgüne yollarlarmış ya, en büyük ceza. Bu durumda benim içime düşen hep o aynı his. Hani bülbülü altın kafese koymuşlar vatanım demiş deyimi.. Ah o bülbül hep en haklı kanımca.
Sağlık hepsinin önünde ve ötesinde ama bunları da yadsıyamayız ki insan yüreği işte.
Dünya yerinden oynamış, durmuş. Suçlanacak kimse de yok ki, suçla bağır çağır rahatla.
At içine Yonca. At içine Yonca ve kapan içine daha da.
Çocuklarımızdaki sükunet, mantık, kararlılık, makul olma hali ve olgunluk…
Kim çocuk kim ana baba?
Biz iyi bir ana baba mıyız acaba? Neyi doğru neyi yanlış yapıyoruz bu durumda?
Kızımızın uçağa binmesine 22 saat kala, BAE karar değiştirdş ve gece sabaha karşı saat 2:20 de; sadece vatandaşlarım girebilir, oturma izni olanları bile artık alamıyoruz dedi. Ekranda gecenin köründe bu haberi okumamla yıkılmam… O sırada uçakta olanları indiği gibi geldikleri yere gönderilmesi.. Konsolosluklara akın eden çaresiz aileler… Yaşanan arbede gerçekten başka türlü bir iç acısı ve unutulmaz tecrübe.
O andan sonrası büyük bir cinnet ve beynimizi elimizi yakan bir telefon trafiği.
Tek ve bence en başından beri en içime sinen, canım Türkiye…
Var mı işte ANAVATAN gibisi!
Yeni bilet, yeni plan. Türkiye’de kapıları kapatırsa ne olacak?
Uçaktan inince 14 gün izolasyon için nerede nasıl kalacak?
Hiç aklımıza gelmeyen detayları düşünen kuzenim Damla ve arkadaşım Gülüm..
Şikago’dan ve üniversiteden gelen son dakika güncellemeleri aynı saatlerde. 1100 kişilik yurdu boşaltın diyorlar. O kadar yabancı çocuk var. İmkanı olan var, olmayan var. Kim nereye nasıl gidecek?
Veliler çıldırmış. Her yerden fırtlıyor virüs. Diğer eyaletlerden arabasına atlayıp gelen ana babalar. Eşyasını bırakıp kaçanlar.. Kaos… Kaos içinde bir serinkanlı ve gözü yaşlı Destinacığım. Sakin ve ne gerekirse yapan, bizi de rahatlatmaya çalışan gözü yaşlı bir evlatcık… Evde Aslan Cem, bizi sakinleştirmeye çalışıyor bir yanda…
Arkadaşlarımız Demet ve Semih, diğer eyaletten biz gider alırız Destina’yı korkmayın diyerek güven veriyorlar, ama nafile.
Okulun aile grubu feysbuk’da, millet cinnet halinde. Okumayayım diyorum. Nasıl okumazsın!
Konsolosluklarımızın sonsuz sabırla imdadımıza yetişmesi.
Duygular. Endişeler. Sağlık iyi diye şükretmeler. Sonsuz bilinmezler…
Haydi tamam yeni rota belli. İstanbul.
Uçağa binerken neler, binmeden önce neler yapılacak? Peki sonrası, nasıl bir önlem alınacak, nelere dikkat edilecekler listesi.
Hijyen Hijyen Hijyen.
Ağlamaktan şişmiş gözlerimiz.
13 saat uçak. Duramazsın kalamazsın yerinde bir hal.
Ya sabır!
Hangisini yazıp hafızaya alsam ki!
Bütün bunları onlarca saat farkı ile yapmaklar. Akan saatler, saatleri geri sayan ülkeler. Haberler haberler haberler. Her ülke başka bir şey söylüyor. Her kafadan başka ses çıkıyor. Söylenenler, vaadler, sözler, kararlar sürekli değişiyor.
O arada Bodrum’dan arayan Zeytin Dostlarım Ferudun ve Nurdan Kaykı. Bahçelerinden mandalinalar, zeytinyağları gönderiyorlar aileme, kızıma. Şifa ve bağışıklık niyetine. Hadi yine ağla. İnsanlık ölmedi! Nefis insanlar var… en beklenmedik yerden gönlüne su serpenler…
ÇOK şükür bindi, indi İstanbul’a sağ salim Destina.
Şu anda Damlacığımızın evinde.
İzolasyonda. Olması gerektiği gibi.
Kimse kimseyi öpmüyor. Sarılmıyor. Yanaşmıyor.
Televizyonda gördüm forsu olan birilerini uçaktan inince karantinadan kaçırmaya çalışanlar olmuş… YUH!
Biz ne yaptık peki?
Damlacım evini hazırladı. Kendisi başka bir arkadaşının evine geçti.
Hepi topu 14 gün ayrı kalınacak bir ömür boyu birlikte olmak için!
Bu ayrılık bi şey değil yani. Bunları yazarken ağlıyorum orası ayrı tabi. Şu anda evlatlarından, ailelerinden ayrı kalan insanları düşünüyorum ve sanal sanal sarılıyorum. Benzersiz bir psikoloji içinde ayrı kalmak çok farklı etkiledi her birimizi. Yeter ki sağlık olsun gerisi teferruat biliyoruz. Biliyoruz değil mi!
Herkes herkesi kendinden korumak zorunda.
Destina Damla’nın evinde izolasyona çekildi.
Evladım…
Zor mu?
Zor.
Doğrusu bu mu?
EVET!
Herkes sağlıklı olduğu sürece zor yok, her şey çok kolay.
Kızımız orada biz burada ne kadar ayrı kalacağız bu acayip viral Dünya’da?
Bilmiyorum. Şu anda 20 Mayıs’a uzatıldı Dubai-Türkiye arası gelgit yasağı. Şu an tek çare Muskat üzerinden gelmek; ve fakat ama Aslan Cem’in okulu, uluslararası lise sınavları hala bir açıklama yapamadı. Beklemek zorundayız. Gergin bekleyiş sürüyor.
Aklımıza fikrimize sağlığımıza yüreğimize kuvvet.
Klima krallığında, artan sıcaklıkta, ait olamadığımız bir kara parçasında kapalı kalacağıma memleketimde toprağı eker öperdim diye sayıklıyorum bir yandan da. Nankör olmak istemiyorum. İçimden geçen bu cümleleri de durduramıyorum.
Çook uzun zamandır, küçücük, minicik, yavaşçacık bir hayat özlüyorum.
Kurdum da o hayatı ve fakat ama kimseyi yanıma alıp göçemiyorum.
Yalnız başıma çekip gidemiyorum.
Nuh’un Gemisi olsam, tüm sevdiklerimi doldursam içine ve uçursam köyüme… ekip biçsek.
Çocuklarımıza “mükemmel bir gelecek” için döktüğümüz paralarla virüse yenik düşen bu hayatta çok çalışıp vicdanlarını borçlu kılmamanın imkansız olduğu gerçeğiyle yüzleşiyorum. En iyi bildiğim gerçek yüzünden ağlıyorum.
Bütün bu maddi dünya saçmalıklarının gerçekliğini çoktandır yitirdiğini anlatsam da, mantık dışı kalmakla yadırganıyorum.
Hayal Dünyası’nda yaşamakla yargılanıp suçlanıyorum.
Susmuyorum yine de, ama sesim kısık çıkıyor her defasında.
Yahu geldiğimiz hale bak!
Hayatta kalmak için tek çare küçük hayat!
Hırs ve daha daha iyisi çok yordu hepimizi. Kabul etsek olmaz mı?
Neyden korkuyoruz bu kadar acaba?
Nice çocuk o küçük hayat içinde sağlıklı mutlu özgüvenli ve hayatta kalma imkanına sahip ve bu da okey yani.
Küçük hayatları o kadar küçümsedi ki insanlık, kesilen ceza da küçülmek oldu bak sen şu işe şimdi.
Rızan var mı diye soran da yok şu an.
Coronavirüs her şeyi ele geçirdi.
Belki de bütün bu şerdeki en iyi hayır budur yani.
Bizleri onsuz da gayet iyi olabilecekken bu saçma sapan maddi sistemin kölesi haline yavaş yavaş uyuşturarak getiren insanlığa; buna kanan ve kandırılmış bizlere, kızamıyorum bile.
Sürekli özür dilemek istiyorum, sürekli.
Süper üzgünüm ve özür diliyorum.
Bana bu son 10 gün- 2 hafta içinde kendi insanlığımı sorgulatan, çocuğuma kavuşmak stresi içinde düştüğüm acayip ruh halini de bir başka yazıda yazmak istiyorum.
İçime gömdüğüm ve kendime dair hoşuma giden gitmeyen hislerimi de masaya/yazıya yatırmak istiyorum.
Yeterince iyi bakamadığımız bu canım Dünya’da türettiğimiz bu salgınla kalbini kırdığımız, ürkütüp zorda bıraktığımız tüm çocuklardan ve gençlerden, şu anda bu virüsle savaşanlardan özür diliyorum.
Sorumsuzluklarımızla sağlığından olan, sevdiğinden olan insanlardan özür diliyorum.
Sorumlu olalım, evde kalalım, azıcık dayanalım çok rica ediyorum.
Gençleri ve çocukları koruyor yine de Canım Dünya diye düşünüyorum.
Kendini onlarla korumaya alıp yeni bir Dünya yaratacak.
Oğlum Aslan Cem bir video izletti. Venedik kanalları mis gibi olmuş bebek balıklar yüzer olmuş. Bu kaos içinde aynı hafta 4 farklı kişi bana bahçelerinde oğul gördüklerini yazdı. Arılar ağaca kovan yapar ya hani.. Ona oğul denir. Mucizedir… Bence bu çok mucizevi iyi bir haber ve umut! Doğaya bakıp umut bulup güç alıyorum.
Tanıdığım tüm çocuklar doğaya yakın, masum, sevgi dolu ve hep affedici.
Çoğu büyükte gördüğüm tür bi hırs, öfke, nefret, kin ve hesapsoruculuklu diyetini ödetmeceli ruh hali onlarda yok.
Yine de gülümsemeye çabalıyoruz. Ne çaba ama!
Sabah sitede bir komşu müzik açtı. Gitar sesi.
Ne kadar iyi geldi.
Baktım ki 10 gündür ilk terk ettiğim şey müzik olmuş. Oysa müzik ilaç.
Sonra bi yerlerde balkonlara çıkıp tüm tıp dünyasını alkışladığımızı gördüm.
İçim ısındı. Gözlerim doldu.
Teşekkür etmeyi öğreniyoruz diye düşündüm. Ne kadar önemli.
Şu anda koca ülkeler işin içinden çıkmak için ne yapacağını şaşırırken, hepimizin şaşkın olması da anlayış ve alkış istiyor bence.
Tek yapmamız gereken önlem almak, beklemek. Sabretmek. Geçecek!
Elbet geçecek.
Bir evladımın adında şiir, müzik… bir evladımın isminde ormanlar kralı…
Adınıza ve anlamına bir bakın. Çok güzeldir bizim isimlerimiz. Anlamlarında gücü, mucizesi gizli saklıdır. Sihirdir… Kendi adınızdaki gücü keşfetmek gücünüzü arttırır.
Şu anda, yağmur başladı, Dubai’de…
Bu günler elbet geçecek.
Aldığımız derslerle hayat ekip umut biçeceğiz hep birlikte.
Şimdilik tek çare mesafelere ve fotoğraflara sığınma ve sarılma…
Yonca
“Viral günce”
Ankara Lycée Charles De Gaulle Lisesi ardından Boğaziçi Üniversitesi’nde İngiliz Dili ve Edebiyatı okudum.
7 yaşında gazoz kapağı toplamakla başlayan; orta, lise ve üniversite eğitimi sırasında devam eden farklı iş deneyimlerimi saymazsak, üniversite sonrası sırasıyla; TÜSİAD, Sarkuysan, Commercial Union Sigorta, Yaşar Dış Ticaret gibi şirketlerde farklı görevlerde çalıştım.
Leave a Reply