• 16/05/2025

Limon Ağacı

Limon Ağacı

Limon Ağacı 150 150 Yonca Tokbaş

Dedemin Nazilli’deki evinin bahçesinde bir limon ağacı vardı. Limon ağacı eve her gireni, salona ve misafir odasına kadar dolan kokusuyla karşılardı. Ben küçük olduğum için mi limon ağacı o kadar büyüktü bilmiyorum.

Bu limon ağacının limonlarının kabuğu kalındı. Kalın kabuklu limonların kokusu, ince kabuklu misket limonlarının kokusundan kesinlikle farklı.

Eğer, eve garaj tarafından değil de ana kapıdan geldiysem, önce kapıdaki koca tokmağı tak tak tak gümletirdim. Kapıyı açmaya kim geliyorsa, önce takunyalarının sesini duyardım. Sonra, koca tahta kapının anahtarının trak truk dönüp açılmasını bekler, gıcırdayarak açılan kapıdan içeri ayakkabılarımı çocuk çevikliği ile sağa sola fırlatıp koşarak dalardım. 

Yalın ayak dolanmayı çocukluğumdan beri çok seviyorum. 

Önce, çiçek motifli parke taş ve soğuk zemine çıplak ayaklarımla basıp o taş zeminden salonun ahşap parkelerine geçerek, Dolmabahçe Sarayı’ndaki gibi dev ipek halıların üstünden nihayet terasa, limon ağacının altına gelip dururdum. Kafamı kaldırdığımda göğe kadar uzanırdı limon ağacı. Mevsim ne olursa olsun, limonlar ağırlıklarından neredeyse evdeki büyüklerin kafasına değecek kadar yere sarkardı. Yerçekimindenmiş. 

Her mevsim meyve veren limona “yediveren” denirmiş. Böyle bilgileri hep limon ağacı’ndan öğrendim.  

Babam, başına değecek kadar sarkanları eliyle yoklayıp olgunlaşanı diliyle yaptığı bir “şlok” sesiyle koparır; kokusunu bi güzel içine çeker, yanında kim varsa ona da zorla koklatıp eline tutuştururdu. Nimet. Kısmet. Göz hakkı.  “Sen 1 limon ver, limon sana bin verir, meyve ağaçları böyledir,” derdi. Cömertlik tanımını da limon ağacından öğrendim. 

Limon ağacının dibinde yere oturup bağdaş kurup göğe bakardım. Limonun sağından bahçeye inip küçük süs havuzuna varılırdı. Kümes, bahçenin en sağ dip köşesindeydi. Kerteriz almayı da Limon Ağacı’ndan öğrenmiş olabilirim. 

Tulumbası buz gibi su çeken o süs havuzunda, sıcak Nazilli günlerine denk gelen Ramazan ayında oruç tutan anneannem, şişmiş ayaklarını serinletirdi. Anneannemle birlikte en fazla iki kişinin daha yan yana oturup ayaklarını serinlettiği minnacık havuzda, ben yüzerdim. Benim küçükken buz gibi suda yüzdüğüm havuzlar bugün yerini, “buz havuzlarına” bıraktı. 

Evin dört bir yanını garajdan başlayarak saran mor salkımlar, mis kokan bir eflatuna boyuyordu. Saksılarda çeşit çeşit kaktüsler, tenekelerde rengarenk sakız sardunyalar. Kaktüslerin çiçek açtığını da bu evde öğrendim. 

Limon ağacı, kafamıza kaç kere limon yağdırdı, bilmem. Kimin başına gökten limon düşecekti, mis kokulu bir şans oyunuydu benim için. Dedemin yanan eviyle birlikte li̇mon ağacı da betona yenildi. 

Sultan Süleyman’a kalmamış, bana mı kalsın?

Dedemin evi gibi evimiz olsun hayali kurduğumdan habersiz, yaşadığım her eve bir limon ağacı diktim. Eski bir ev olsun, taş ev olsun, o evi bir yuva yapayım diye diye yollara düştüm. Bir gün, Datça’nın Kızlan Köy’ünde bir taş ev buldum. Evin sahibi bir zamanlar Kaymak Nene diye anılan bir Neneymiş. Ev demeye bin şahit ister, harabeydi. Restorasyon yaptırdım. Ev hayata döndü. Bahçesine ilk iş, yediveren olduğundan emin, kalın kabuklu bir limon ağacı diktim. Aynı köyde kardeşimin ailesine de bir ev bulmak nasip oldu. O ev de Ormancı Nene ile Ormancı Dede’nin eviymiş. Bir bahar günü, yağmur zamanı, bademler çiçekten meyveye dönüp de çağla badem cenneti kapıları bize açılmışken, hep birlikte köyümüze, evin inşaatını gezmeye gittik. Kardeşim Fuat, karısı İdil ve ikizleri Mavi ve Demir bahçeden içeri girdik. Badem ağaçlarının arasında cennet. Evin çatısının tamamlandığını haber veren Türk Bayrağı karşıladı bizi. Bahçenin sağ dip köşesinde bir incir ağacı. Bademler arasında bir mandalina ergen, bir mandalina geçkin. Gelişi güzel tükürülen bir üzüm çekirdeğinden doğması olası asmalar, inşaata rağmen yağmuru görünce coşmuş.

Evin harabe halini gezinirken otlar arasında zar zor seçebildiğim kuru bir dal vardı. Ne olduğunu merak edip hiç anlayamamıştım. O kuru dal yağmurları içtikçe canlanmış, büyümüş, yeşermiş, hatta boy atmış. Asma ile sarmaş dolaş olmuş. Zayıf ve narin dallarında tek tük yeşilcecik yaprakları; arada ince, narin, sarı beyaz çiçekler. Kendini taşımaya gücü yokken, aynı ince narin dallarında limon dolu bir limon ağacı çıktı iyi mi!

Mavi ve Demir, boylarıyla bir limon ağacından iki limon kopartıp kokladılar. Bir neşe bir kahkaha koşarak bana getirdiler. 
Sen 1 limon ver, limon sana bin verir, meyve ağaçları böyledir.

——————————————————–
Yazımın Künyesi: 22 Nisan 2025, Dubai
Sanal Yazı Evi Yazı Dersimde Doğdu
The Moth esintisi – “Hikayemi GÜVE Yedi” serime eklenmek üzere yazdım. 

Leave a Reply