• 27/03/2020

8 yıldır evdeyim ve evde kalmak zor biliyorum

8 yıldır evdeyim ve evde kalmak zor biliyorum

8 yıldır evdeyim ve evde kalmak zor biliyorum 768 1024 Yonca Tokbaş

Kurumsaldan ayrıldığımdan bu yana evim hem yuvam, hem işyerim, hem yazıhanem, hem ormanım, hem de spor merkezim. Sabahları çoğunlukla erken kalkıyorum. Sporumu yapıyorum. Aslan Cem okula gidiyor. İşe gider gibi giyinmeye, saçımı başımı yapmaya çalışıyorum. Gözlerime simlerimi sürüyorum. Bazen rujumu süresim gelmiyor; ama annem hiç aksatmaz hep sürer diyerek ben de “hadi hadi Yonca” gazıyla kırmızı rujumu mutlaka sürüyorum. Ben evdeyim. Hep…

Okuyacaklarımı okuyorum, yazacaklarımı yazıyorum. Ne yapacaksam onu yapmaya çabalıyorum.
Evde maaile durarak bi şeyler üretmeye çalışmak çok zor. İnsanın ilhamı tükeniyor. Yaratıcılığı zorlanıyor.
Evde oldun mu, kimse senin bir iş yaptığını da düşünmüyor.
İnsana en çok bu koyuyor. En zorlayan da bu.
Buna da bir süre sonra alışıyorsun.

Geçenlerde Destina bana, “Anne sen nasıl bize rağmen yazıyorsun? Ben bir şey yazacaksam hiç kimse rahatsız etmesin istiyorum. Biz seni hiç rahat bırakmadık ki! Yeni fark ediyorum.” dedi. Gülümsedim.

Bu konuda yalnız olmadığımı biliyorum. Evden çalışan, nice ev kadını/ev insanı fark etmez, hepimize sımsıkı sarılıyorum. Sanırım bizi anlamaya başladı Dünya!

Başımıza coronavirüs covid19 musallat olduğundan beri sağlık önlemleri adına #evindekal hareketiyle herkes oflayıp pofladıkça ve insanlar evde kalmakta zorlandıkça, aslında yıllardır benim de neye zorlandığımı yeni fark ediyorum.
Bir şekilde adı kondu gibi oldu adını koyamadığım duyguların.
Disiplinli olamadığım zamanlarda kendime kızmalarımı düşündüm. Bitmek bilmeyen kendime kızmalarımı… İnsanın sürekli otodisiplinde olması çok zor. Otoritesiz disiplinle güne başlamak büyük olay. Herkes zorlanınca, “ben çok da anormal değilmişim” hissi ile karışık bir ruh hali çöktü üzerime.

Evimden ya Manisa Tarzanı gibi dağlara yarışlar koşmaya; ya da zeytine, arıya doğaya yani en sevdiğim şeyler için bir şeyler yapmaya; bir de yazmak için kamplara gitmek için çıktım geri geldim. Ev gezmeleri yapıyoruz biz genelde Dubai’de. Arkadaşlarımızla da evden eve evcilik oynar gibiyiz. Sürekli yeni bir yerlere gitmeye yeterince doyalı hayli zaman oldu.

AVM filan, mecburiyetim olmadığı sürece adım atmadığım ortam çok uzun zamandır. Alışveriş manyağı da değilim. Çok şükür ömrümün sonuna kadar bi şey almasam da her şeye yetecek kadar malzemem var biliyorum. Stoklamadım bi şey. Ultramaraton bana insanın her şart altında azla yetinip uzun zaman gidebileceğini çok iyi öğretti.

Birçok insan aslında para kazanmak zorunda olmasa, o işte çalışır mıydı düşünme hakkının bile olmadığı bir yerde zamanını geçiriyor.
Ben henüz kurumsaldan ayrılmaya cesaret edemezken bir arkadaşım; “Yonca’cım insanların kurumsal köle olması çok iyi bi şey olsaydı onları orada tutmak için bu kadar para verilmezdi…” demişti.
Herkes evine, mutfağına, çocuğuna, uyumaya, durmaya hasret aslında.
Ah para.. Ah bu maddi Dünya… Düş yakamızdan özgür bırak insanlığı!

İnsanı isyan ettiren evinde olmak değil de; bunca sağlık riskiyle ve felaket haberi gölgesinde hem kendinin hem bütünün sağlığı adına evde kalmak zorunda olması.
Mecbur olmak zindan hissi yaratıyor.

Haber izleme süremi kısıtladım. Sürekli haber izlemek hiçbir şeye yardımcı olmuyor. Sağlam insanı hasta eder. Müzik… müziği ihmal etmiyorum.
Zaten hareketli bir tipim, evde de hareketliyim her zamanki gibi. Herkesin spora, hareket etmeye bu kadar önem vermesine vesile oldu ya bu salgın, iyi oldu bu. Çünkü hareket etmek hep önemli.

Kitaplarıma sığındım. En şahane sığınak. En renkli Dünya ve sonsuz! Kitaplarımı asla kimselere okumaya 1 günlüğüne bile vermedim ben bunca sene. Bi can erik, bi kitap asla paylaşmam derdim.
Gurbet ellerde, sınırların kapatıldığı, uçakların durduğu bu ortamda evde kalmak başka türlü koyuverince hepimize, kütüphanemden okuyup bitirdiğim tüm kitapları ayırdım. Kitap okuyamıyorum diye sürekli kızıyordum kendime. Delirmiş olmalıyım, meğer Dünyanın kitabını okumuşum farkına vardım.

Buradaki Türk kadın grubumuz @sultansofdubai ye haber saldım; “Okuduğum ve mutlaka sizin de okumanızı istediğim kitaplarım var, hadi dileyen gelsin alsın” diye.
Zor geldi ayrılmak; ama başardım ve mutluyum.

Kitaplarımı dokunulmazlığa, yalnızlığa mahkum etmektense, değerlerini bilip okuyacak kitap kurtlarına vermek hissi iyi geldi. Kitap almak için koşa koşa gelen insanlar olması mesela, bu zor dönemde beni çok mutlu etti.

Ginger Bey’de katılıyor bu söylediklerime.

Gördüğüm, herkesin kalbini veya bir becerisini herkese açtığı.
İmecenin en güzel haline tanıklık ediyorum.
Bir anda bütün Dünya bütün Dünya’yla her şeyini paylaşmaya başladı. Olması gereken zaten buydu; keşke hastalıklar buna zorlamasıydı da demeyeceğim.
Hayat insana bir şekilde öğreterek ilerliyor.

Corononavirüs insanlığa imeceyi, paylaşmayı, karşılıksız koşulsuz sevgi ve ilgi alış verişini hatırlatıyor. Kadim bilgilerimizi güncelliyor.
Hani eskiden bi alet çalışmayınca pat küt vururduk da kendine gelirdi ya; biraz öyle bir hatırlatma gerçi, hoyratça…

Üzüntüm, bu salgının insanları doğaya karşı daha duyarlı olmaya davet ederken kimyasal kullanımını da raydan çıkartmış olması.
Ne büyük ve tehlikeli bir tezatlık.
Aman dikkat!
Bağışıklığımızı, doğamızı, doğal olanı, tohumu, arıyı, suyu korumaya devam.
Su ve sabun yeterli ve yeterince önemli.
Suyu ziyan etmemek de önemli.

Ağaçlarda görmediğim kadar çok kuş, çiçeklerde hiç görmediğim kadar çok arı var. Dolu… vızır vızır çalışıyor doğa. Canım Doğa!

Belki ben de ekran karşısına geçip sanaldan sizlerle arılar hakkında bildiklerimi, arı sevgimi, koşuyu ve sporu bir zorundalık ve askeri nizamla değil de hayatımızın parçası olarak yapmakla ilgili hislerimi paylaşmalıyım.

Belki bu dönemde birbirimize hiç istemeden bu kadar uzak kalmışken daha da yakınlaşmayı başarıyoruzdur.
İmece… imeceyi hatırlamak Dünya’yı yerinden oynatacak kadar güçlü bir erdemdir bence.
Ve benim bu umutperverliğim bi tür Polyannacılık olmaktan çıkıp somut bir eyleme dönüşüyordur böylece…

“Yeter ki bu salgın bitsin, yeter ki sağlık olsun, bak şunu şunu yapıcam!” dediğimiz şeyleri yazalım bi kenara. Yapacak çok güzel, çok anlamlı, hayata değer ne kadar çok şeyimiz var değil mi?

İşte bunu bilmek en güzel hedef, amaç ve gaye!

Yonca
“kitapçı”

Leave a Reply