Bölüm 15

♫♫♫♫

Babam Türk kahvesini “orta” içerdi ve çok fazla Türk kahvesi içerdi.

Günde sanki bin tane filan içiyor gibi gelirdi bana, çünkü hepsini bana yaptırmayı isterdi, yaptırırdı.

Ben de yapardım.

Gecenin köründe bile canı Türk kahvesi çekerdi.

Orta.

Günde bin tane kahve yapıyormuşum gibi gelirdi o zamanlar bana.

Babam pek uyumaz, sürekli kitap okur veya film seyrederdi.

Yani hiç uyumazdı babam geceleri.

Hep ayakta olurdu.

Gözlerini kapasa da uyumazdı. Kuş uykusuydu babamın uykusu.

Ne olursa izler, okurdu. Seçmezdi. Ayırmazdı.

Sonsuz bir okuma kabiliyeti vardı.

Bir de uykusuz kalma.

Üstelik çok komik bi şey ama ne zaman Türk kahvesi içse yanında mutlaka çay da olurdu. Soğumuş, tam içilmemiş, yarım kalmış bir çay.

İnsan, ana babasının bir türü oluyor zamanla.

Komik ve düşündürücü.

Baksanıza…

Çay-kaaave.

Çay ve türk kahvesi

Ve kitap yazıyorum, fesleğenlerin eşliğinde.

Hey gidi babam hey…

Özlemle.

Bi fark var yalnız…

Benim kahvem hep sade.

Ve babam gittiğinden beri kahve yapmadım hiçkimseye.

Hiçkimseye.

♫♫♫♫

Bugün 4 Ağustos.

Çok az kaldı. Her şeye az, hiçbir şeye çok kaldı. Öyle bir kapana sıkışmış gibi hissediyorum ki kendimi birkaç gündür, ne yapacağımı bilemedim.

Hep bir gitme isteği vardı içimde.

_di’li geçmiş zamanı da hiç sevemedim.

Uzağa değil. Yakında, minicik, güvenilir, cici bir yere gidip kendimle baş başa kalma isteği vardı içimde.

Sorunsuz ve sorumsuzca kalmak.

Bi başıma.

Kitabımı yazmak için ve uzun zamandır hiç olmadığım kadar kendim gibi olmak için.

Her insanın arada buna ihtiyacı var galiba.

Yani alıp başını gitmeye ihtiyacı var insanın. Nedensizce, sorunsuzca, sorumsuzca.

Hani kimseye “merhaba” bile demek zorunluluğu/sorumluluğu olmadan. Ya da ne bileyim, şunu veya bunu yapmak gerekliliği olmadan.

Çok fazla bir zaman dilimine ihtiyacım da yok.

2-3 gün belki. Hatta belki 2-3 gün fazla bile.

Hani mola gibi. Derin bir nefes gibi. Hem çok yorulmak, hem de bi o kadar dinlenmek için… gibi.

Nitekim dayanamadım.

Yola çıktım.

Ha tabii en önce anneyiz ya malum, çocuklara söyledim fikrimi.

Anladılar beni.

Yahu insanın kendini anlayan çocuklarının olması nasıl bir şanstır anlatamam size.

Darısını herkese dilerim.

Bireysel Düşünür Şanslı Oğlum ACT Jr. başta azıcık yanlış anlamış gerçi, birazcık gözyaşı döktü ilk önce.

Ne oluyor da erkekler çocukken çok duyarlı ve hassasken, büyüyünce gaddarlaşıyor?

Böyle kalsın benim Bireysel Düşünür Şanslı Oğlum ACT Jr., duyarlı kalsın.

Neyse, daha detaylı anlatınca, onun da içine sindi benim gidişim. Arkamdan Dans Eden Kaderi Güzel Kızım D.’yle beraber su döktü.

Güzel-Anlayışlı-Her Daim Mantıklı Düşünür Annem yanlarında zaten.

Canım annem.

Anlayışlı, her şeyi anlayan ve konularla yüzgöz asla olmayan annem.

Ben ses etmedim mi, konuşmadım mı, ayarımı kaçırmayan Güzel-Anlayışlı-Her Daim Mantıklı Düşünür Annem…

Yola gidenin arkasından su dökmek bizim ailenin çok ciddi ve önemsenen bir geleneği.

Gerçi suyu yola değil doğaya dökmeye de özen gösteriyoruz. Ama her gidenin ardından, sevdiklerimiz onlar bizim, mutlaka üzerinde yoncalar -4 yapraklı yoncalar- olan bir cam bardaktan azcık su döküyoruz. Çabuk kavuşmak istediğimiz zaman, iyice azalıyor döktüğümüz suyun miktarı.

İncecik bir su. 3-5 damla belki.

Fikri yeter.

Çocuklarım da işte benim arkamdan, hep babalarına yaptıkları gibi, o 4 yapraklı yoncalı bardaktan su döktüler.

Begonvile döktüler.

El salladık birbirimize.

Feribota bindim.

Gittim.

İyiyim.

YOU MIGHT ALSO LIKE

Leave a Reply