♫♫♫♫
Kafamda bi hare olduğunu düşündüğüm zamanlar var.
Hani hareden kastım ne anladınız değil mi?
O yuvarlak ve kafanın üzerinde duran parlak ve sihirli şey.
Yuvarlak sihirli pıt diye kafa üstünde biten şey: hare.
Hediye alamam ben pek.
Ne alaka demeyin. Anlatacağım.
Çok zorlanırım hediye alırken. Yani sevdiğim insana görünce “hah işte” dediğim şeyi bulamadığım zaman, hediye almam.
Değeri filan umrumda olmaz asla. Zaten pek fazla değerli hediye de alamam.
İçime sinmesini isterim sadece.
Bi kere e-mail yazışmalarımızı basıp vermiştim bana hiç kimsenin o ortamda yapmayacak olduğu şeyi yapıp desteğini çatır çatır veren arkadaşım Başına Buyruk Çalışkanlığın Kitabını Yazan Özgür A.’ya. Çünkü sürekli maillerini kaybettiğini ve aslında onları saklamak istediğini söylemişti sohbet arasında.
Ben de yaptım.
Maillerimizi bastım verdim.
Buyum ben.
O kişi ve o hediye birlikte bi şey ifade ederlerse bana, bi hikayeleri olacaksa almayı severim.
Çok zor bir durum. Benim için de, hediyeyi vereceğim kişi için de.
Zor; çünkü etrafımdaki insanlar açısından inanılmaz şanslıyım. Beni türlü varlıklarıyla sürekli mutlu ederler. Ben de onları mutlu etmek, şımartmak isterim.
Ama bi türlü yaş gününe, evlilik yıldönümüne, yılbaşına denk günlerde bulamam alıp yapacağım şeyi. Mutlu etmek istediğim şekilde, karşılığını vermek istediğim çapta bi şey yapamam. Hep içimde kalır.
Yetmez asla…
Ya hep alakasız zamanda bulurum ve veririm, ya da veremem hediyemi. Kalır öyle. Bir sürü hediye almak/vermek isteyip de yapamadığım arkadaşım var yıllardır.
Affetsinler beni. Ben onlar kadar becerikli değilim belli ki.
Bi zaman geldi ve hayatımdaki en önemli, en anlamlı şeyleri pıtır pıtır keşfetmeye, anlamaya, sıralamaya başladım ama.
İnsan çoğu zaman, ve çoğu insan kimi zaman, hayatındaki gerçek değerlerin farkında olamadan yaşıyor.
Muhabbet mesela, öyle önemliymiş ki!
Hoşsohbet mesela, kelimenin anlamından da öte bir değermiş.
Ah şu hoşsohbet ve muhabbet, öyle anlamlı ki!
Hayatta her şeyin gittiği, bittiği, yaşının kemali de geçtiği dönemde, ellerin sürekli suda kalmışsın gibi buruşuk, içindeki su giderek çekilip kuruduğu bir zaman diliminde, hâlâ dilin damağın yerindeyse, muhabbet kalıyor uğruna yaşanacak tek hediye.
Gerçekten.
Benim için öyle.
Konunun ne olduğu, anlaşıp anlaşmadığın da önemli değil o günlerde.
Maksat iki kelime konuşacak bi dostun olsun.
O başka konuşsun, sen başka.
Ya da ikiniz aynı anda, bambaşka konuşun.
Çakışsın, çarpışsın, farkında olunmasın ne konuşulduğunun…
Ne önemi var.
Yanında bir hoş seda var ya, yeter.
O, öyle bir zaman işte. Eğer insan o yaşa kadar yaşarsa tabii.
İnşallah yaşar.
Umarım ben de yaşarım diyesim var bunları yazarken.
Oturduğun sofrada, iki kelam edebileceğin bir sevgi halin olsun o yaşlarda…
Hayallerini gerçekleştirememiş olsan da,
İstediğin gibi yaşayamamış olsan da,
Hayal kırıklıkların sevinçlerinden fazla olmuşsa da,
Bunları konuşabilecek bir ruhun, bi de yanında ikizi birisi olsun.
Ses olsun… Keyif olsun keyif.
Sesin geldiği yerde utanmazca canının çektiği diğer yarın olsun.
Neyse, kimse, nasılsa, her neyse…
Olsun.
İstediğin anda seni anlayıp sessizliğiyle bile yanında olacak birisi olsun hayatında.
Susarak, sessiz kalarak, hatta bazen hiç bakışmadan kızışarak yaşamak olsun.
Yan yana duran iki ağaç gibi. Sessiz ama köklü.
Amma uzattım. Çok istiyorum böyle yaşlanmayı çünkü…
İşte bütün bu yukarıda yazdıklarımı düşünürken, Dubai’de, insanı kendi içinde kaybeden, yutan, ayaklarına kara sular indirten bir AVM’de gezinip bakınırken, daha önce hiç girmediğime emin olduğum bir mağazaya girmişim.
Aklımda ne çok düşünce varmış ki, orada olduğumu, o iki beyaz ve şeffaf muhabbet kuşunu -ki mini minnacıklardı- görene kadar hiç fark etmemişim.
Mişim.
_miş’li geçmiş zaman en sevdiğim!
O muhabbet kuşlarını -ki beyaz ve şeffaftılar- gördüm ve hemen anladım. Onları kime alacağımı çok iyi bildiğimi anladığım için duraksadım.
Hemen birini elime aldım, altına baktım fiyatı için.
Yanımda sadece 400 dirhem vardı. Bütün param buydu.
Bu muhabbet kuşlarını görene kadar bu 400 dirhem çoktu. Ama azlık ve çokluk çok göreceli.
Fiyatı gördüm ve bana çok gelen şeyin, çok az olduğunu anladım.
Öyle bi andı.
Muhabbet kuşlarının altında 900 dirhem yazıyordu, yıkıldım.
Olsun.
Kasaya ilerledim.
Bazen insan delice işler yapıyor.
İyi bi şey.
Elimde olan kredi kartımın da dolu olduğunu biliyordum ama, birkaç kere ülkeler arası gün saat farklarından eksiye geçip çalıştığı da olmuştu. Denemeye kararlıydım.
Ne kaybederdim ki?
Elin tanımadığım adamına mı rezil olacaktım param yetmedi diye?
Olmazdım.
Ona neydi ki!
Hiç olmadı eve gider, diğer kartımı alır gelir, yine bu muhabbet kuşlarını alırdım. Kararlıydım, bi şekilde onları onlara alacaktım.
Çok istedim almayı onları. Onları alacak olduğum arkadaşlarımdı o muhabbet kuşları.
Tam hayalimdeki kuşlardı. Yani hayalimde daha önce böyle kuşlar yoktu ama, görünce olmuştu işte.
Daha önce hiç hayalini kurmadığım kuşların, kurulmuş hayali karşıma düşmüştü.
Kişileri vardı o kuşların. Yani sahipleri.
Kasadaki adam barkoddan geçirdi kuşun totosundaki fiyatı.
“900 dirhem.” dedi. Gülümsüyordu.
“Tamam.” dedim. Hiç gülesim yoktu.
Kartımı uzattım.
Kart çalışmadı.
“Hay Allah!” diyecektim ki…
Adam; “Bizde üyeliğiniz var mı?” dedi.
Hani parapuansal şeyler var ya hayatımızda artık, onu soruyor.
“Yok.” dedim. Hala hiç gülesim yoktu.
Daha önce bu mağazadan hiç alışveriş yapmamıştım ki, ne bileyim yani.
Adam; “Bir bakayım ben yine de, cep telefonunuzu alabilir miyim?” dedi.
Söyledim.
“Bizde birikmiş puanlarınız var, bu durumda indirimle bu muhabbet kuşları sadece 325dirhem oluyor.” dedi.
“Pardon?” dedim, gülesim gelerek…
Ne puanı, ne indirimi?
Ne oluyor yahu?
Meğer bu mağaza ve bilmem ne mağazaları kardeşmiş.
Oradan olan puanlarım burada geçerliymiş.
Vesaire vesaire.
Miş. Miş. Miş.
_miş’li geçmiş zaman benim hediyemmiş.
Elimi çantama attım. 400 dirhemimi çıkardım, adama verdim. 75 dirhemi para üstü olarak geri aldım, cüzdanıma attım. Nasıl sırıttığımı anlatamam size. Çok sırıtıyorum o anda, ağzım kocaman olmuş şekilde.
Bu ödeme/paketleme işlemi yapılırken, muhabbet kuşlarımı aldığım arkadaşıma bir mesaj attım.
“Bazen kafamda bi hareyle dolaşıyorum. Neden diye şimdi sorma ama bir hare var kafamda ve şu an tam tepemde duruyor. Yusyuvarlak ve parlak. Harem tam zamanında işe yaradı. Mucizeler hâlâ ve hep olmaya devam ediyor… Anlatacağım sana!” dedim.
Hare görünmez bi şey tabii.
Ama arada pıt diye kafamın üstüne oturuyor. Hep, oraya ne zaman oturması gerektiğini de çok iyi biliyor ve çok iyi çalışıyor.
Ne zaman çok ihtiyacım olsa, anında orada. Kendisi çok akıllı ve duygusal. Her duruma ayak uydurabiliyor üstelik. Güçlü bi şey.
Şu anda bi hatırlatma yapmam lazım burada…
Tam burada.
Hatırlıyor musunuz kitabın başlarında bi yerde bi şey anlatmıştım size, gönülle ilgili.
Hep beraber bir ağızdan tekrarlama anıdır şu anda, şimdi:
“Yola eğer gönlünden gelen için çıkarsan, para ve zenginlik kıskanır seni, arkandan kovalar, elbet seni yakalar.
Ama yola para için çıkarsan, gönlün kırılır. Su koyar…”
Sonra, kelimesi kelimesine size anlattığım gibi muhabbet kuşlarını aldığım arkadaşlarıma da anlattım muhabbet kuşlarımın hikayesini.
Hare var ya o hare, kafamdaki hani…
Yani kafamın üzerindeki…
Size bu satırları yazdığım anda kafamda yok.
Fare ısırdı ucunu. Haremi fare ısırdı, evet.
Ama kopmadı sanırım. Çok şanslıyım ki kopmadı.
Sadece canı acıdı, saklanıyor. Ucunda açık bi yara var sanki. Yeniden onarılmayı bekliyor.
Ben de her gece yatıp her sabah gülümseyerek uyanıyorum acıyan canına gülümsemeler değsin de, yarası geçsin ve yine kafama konsun diye.
Bırakasım gelmiyor onu hiçbir yere.
Muhabbet kuşlarını almama yardımcı oldu o hare.
İnsan kendi başına mutlu olabiliyor elbet ama, mutluluğu paylaşabilecek, muhabbet edecek güzel dostların, ailen oldu mu… mutluluk bambaşka bir lezzet.
Muhabbet borçluyum ona…
Hareme gönül borcum var.
Yarı yolda bırakamam.
Sabır.
Leave a Reply