Bölüm 10

♫♫♫♫

Ben koşmayı neden sevdim biliyor musunuz?

Ya da sporu demeliyim; çünkü yürüyüş, pilates, bisiklet, yüzme yani her türlü bedensel harekete dair her şeyi sevdim demem lazım aslında…

Ben hareketi, hareket etmeyi çok seviyorum, şekli her nasıl olursa.

Koşmayı çok sevdim çünkü kafamı dinledim koşarken.

Siz hiç kafanızı dinleyebiliyor musunuz?

Kafam çok konuşuyor her daim, tek başına gibi görünse de içeride bir ordu var sürekli konuşan.

Yalnız olduğum bi anda bile sonsuzca kalabalığım.

Üstelik kafamda konuşan çoğu şeye hiç söz geçiremiyorum. Kontrol edemiyorum onları.

Onlar yönetiyorlar kimi zaman beni.

Çok yorucu.

Kimisi çok güzel konuşuyor, kimisi gıcık!

Ama insan istiyor ki arada bi sessizlik olsun. Uykuda bari kafası sessiz olsun.

Yok!

Olmuyor.

Kafamda konuşan gıcık seslerin yerine yolda gördüğüm kuşların sesini koydum koşarken.

Kafamda dolanan -ki hepimizin kafasında dolanıyorlar arada- üzüntülü, dertli, stresli gündelik hayat tilkilerinin yerine begonvilleri, asfaltın grisini, tanımadığım insanların güzel manzaralarını koydum.

Tanımadığım insanların, hareket halinde farkında olmadan gülümseyen yüzlerini koydum.

Tanımadığım insanların bedensel hareketlerinin özgürlüğünü takındım kendime.

Elimde hiçbir elektronik alet olamamasını, ulaşılamaz olmayı; ama bi yandan bedenime ve doğaya dair her türlü güzel duyguya ulaşabilir olmayı sevdim.

Hayatımda daha önce kendi nefesimi bu kadar baş başa dinlememiştim.

Nefesimin sesini sevmeyi öğrendim.

Koşarken sokakta gördüğüm insanların yüzlerine bakıp ruhlarını görmeyi sevdim.

Bi kadın var mesela, yaşlı. Aslında ben ona yaşlı diyemem. Haddime değil. Ve o kadın zaten yaşlı değil! Nasıl inanılmaz koşuyor görseniz şaşarsınız. Onun suratındaki “hadi len sende, bu yaşa gelmişim kimi takacakmışım” tavrını sevdim. Cildinin pörsüklüğüne rağmen dizlerinin enerjisini ve bacaklarının diriliğini sevdim. O yaştaki bedeniyle bu kadar hafifçe koşabilir olmasını sevdim.

Rüzgarın kızı olmasını sevdim.

Yüzündeki “bu saatten sonra kimse tutamaz beni, hayatın peşinden değil yanında koşuyorum” tavrını sevdim.

Bir çocuk var mesela.

Hintli.

8 yaşında ya var ya yok.

İnanılmaz kilolu. İlk gördüğümde üzülmüştüm haline.

Tanımadığın bir Hintli çocukla, hiç konuşmadan sırf onu düşünerek ilişki kurmak geldi başıma koşarken mesela.

Çocuk konuşmuyor. Koşuyor. Ellerini kollarını sağa sola çarpa çurpa koşuyor.

Her gördüğümde o çocuğa baktıkça neye üzüldüğümü sorgulamaya başlar oldum.

Galiba kendime üzüldüm aslında.

Çocuk o kadar halinden memnun ve umursamaz ve hesap kitapsızca koşuyordu ki! Onun kilosuna, dış görüntüsüne takan ve sorun edenin ben olduğunu fark ettim.

Kilo ve fizik benim problemimdi. Çocuğun değil.

Çocuğun fiziğine BEN takılmıştım. Ayol o çocuk daha 8 yaşındaydı ki!

Yola çıkmış, koşuyordu. Durmuyordu ki!

Hallederdi çocuk problemini. Yeter ki hareket etmeye devam etsindi.

Ben de.

Ben de hallederdim o zaman bi şeyleri. Yeter ki devam edeyim bi şekilde. Durmayayım. Vazgeçmeyeyim. Pes etmeyeyim.

Ben de artık fiziğe değil, başka bi şeye bakmayı öğrenmeliydim belki de.

Eğer bir çocuk hakkında bu kadar yargılayıcı olduysam, değiştirmem gereken bi bakış açım vardı mutlaka.

Koşarken bakış açımı değiştirmeyi öğrendim.

Aradan bir yıl geçti, ben koşuyorum. O yaşlı ama yaşlı olmayan kadın koşuyor. O Hintli çocuk da koşuyor.

O üzülerek baktığım çocuk o kadar inanılmaz zayıfladı ki! Değişime inanamadım.

Kendime iyice gıcık kaptım.

Biz çocuklara, kendimize göre hedefler koyuyoruz.

İnce ol, güzel ol vesaire.

Ama bunu demek yerine, “hele bi yola çık gerisi gelir nasıl olsa” demiyoruz. Teşvik etmiyoruz. Yüreklendireceğimize, yeriyoruz. Yermeden övmeyi hiç bilmiyoruz. Anca tenkit ve yargılama var. Acıma var. Kötü bir gelecek varmış gibi bakma duruşu var. Bende de var. Onu anladım koşarken attığım her adımda.

Peçeli kadınlar var koşarken gördüğüm.

Simsiyah peçeleri içinde koşuyorlar.

Gözlerini bile görmüyorum. Simsiyah bi perdenin arkasındalar belki ama, hareket etme özgürlüklerini kullanıyorlar kendi imkanları dahilinde. Tabii Dubai’de. Bu anlattıklarım Dubai’de oluyor elbette.

İlk gördüğümde o kadınları, “Ne işleri var bu halde burada?” derken yakaladım kendimi.

Sonra kendime; “Ayol o da benim için aynı şeyi düşünüyordur kesin. Saçmalama Yonca, sen kimsin ki o kadını kendi diyarında sorgulamaya kalkıyorsun!” dedim. Ben o kadının memleketindeyim. Aslında onun özgürlüğü yakalama çabasına yoldaş olmalıydım belki.

Üstelik o kadın, bir sürü hemcinsim hiçbir bahanesi yokken hareket etmeyi düşünmezken, gelmiş sporunu yapmak için çabalıyor işte. Zincirlerini kırmak için çabalıyor. Çabalıyor. Belki de tek çıkış noktası bu. Peçeli olan o mu, ben miyim bilemedim kafamın içinde. O kadının özgürlüğü adına ben ne yapıyordum, bilemedim.

Bi şey yapmam gerekiyordu. Bunu anladım.

Durmamam lazımdı.

Koşarken sadece nefesim açılmadı. Kafamdaki perdeler aralandı.

Sessizlik içinde kendime güzel konular belirledim. “Bugün bu yola çıkıp bu konuyu çözüp öyle duracağım.” dedim. Hayatımda ilk defa bir şeyi bitirmek için yola çıktım.

Çözmek için.

Ben koşarken bedenimi kullanarak, kendimi hiç tanımadığım kadar iyi tanımayı başardım.

Yarı yolda bırakmamayı öğrendim.

Caymamayı öğrendim.

Pes etmemeyi öğrendim.

Azimle her şeyin üstesinden gelebileceğimi öğrendim.

Evet ya, azim.

Azmi öğrendim. Kaypak olmayan bir azim.

Ve şu anda koşamadığım için çok özlüyorum.

Çok.

♫♫♫♫

Hayat çok afacan.

Neye niyet neye kısmet, bi yola çıkıyorsun. Ama bunu asla böyle düşünmüyorsun.

Ondan beklentilerinle, onunla ilgili milyonlarca plan içinde ilerliyorsun. El ele. Yani el ele ilerlediğini düşünüyorsun.

Kek gibi!

Bi sayfa çeviriyorsun.

Rastgele.

Sonra GÜM!

 

YOU MIGHT ALSO LIKE

Leave a Reply