Benim Sobam Kırmızı.
Hatta fotoğrafını gördüm dün.. ya da bugün. Bir mesaj atmak istedim…
– Hey selam, bu kırmızı soba benim. Siz nasıl aldınız onu?
Sonra mesaj filan atmadım.
Durdum.
Baktım durdum kendi kırmızı sobama. Bi de güzel kestaneleri yerleştirmişler sobamın üstündeki sağlı sollu iki ızgaraya.
Hafif köz.
Hayır, kestaneler benim değil.
Soba benim.
Benim olan sobayı bir başkasında gördüğüm an, kendi sobam için bir adım atıp sobamı neden aldınız, nasıl aldınız, verin bana sobamı diyebilmek istedim. Sobamı benden habersiz nasıl alabilmiş olacaklarına aklım sırrım ermedi. Yani bu durumda ne sorsam boş.. gibi geldi.
Sınır aşımı var burada. Kontrolsüz güç.
Koca soba. Çok ağır. Ceketi sandalyenin üzerinden alır gibi alıp gidemezsin ki!
Kestaneleri de ızgaraların üstüne öyle bir yerleştirmişler ki, iki yana, sanki bin yıldır soba onların sobası. Öylesine sahiplenmişler canım kırmızı sobamı. Kim bilir sobacığım nasıl yabancılık çekti. Çıtır çıtır yanarken odunlar kalbinde, kim bilir ne tüttü dumanı hüzün ve hasretle.
Daracık kapıdan içeri sokarken ne çok uğraşmıştık. Nasıl çıkarttılar o kapıdan dışarı hiç çarpmadan, sessiz sedasız, tereyağından kıl çeker gibi?
Duvarda isinden bir kara iz var. Silik ama var. Bakıyorum şaşkın ve boş gözlerle.
Duruyorum.
Atıl.
Bana engel olan nedir acaba diye düşünüyorum. Bitmiyor birilerinin alması en zor olan şeylerimi bile kolaycacık alıp gitmesi rutini. Bakıyorum arkalarından şaşkın. Sessizlik kaplıyor içimi.
Kırmızı sobam bir başkasının evinde yanıyor.
Dumanı tütüyor ve bir başkası, benden izinsiz aldığı -çaldığı- sobamın üzerinde küstahlığına doyamadan kestane közlüyor. Ulu orta fotoğrafını paylaşıyor umarsız ve pişkin.
Koca bir tabela asmak istiyorum evimin sınırlarına.
Kocaman bir “Dur!” işareti.
Kapıdan kolay giremesin kimse hırsızlık için.
– Reddetsene kızım… durmayı reddet. Soba gibi ne duruyorsun ağır ve atıl.
Ses nereden geliyor bilmem. İçimden belki.
İsyan.. İçim isyan etmesine ediyor da, bundan kime ne hayır gelmiş. Sobayı alan bi güzel yakmış.
Bu kaçıncı paspaslık böyle.
Çitlerim cılız belli. Kapımdaki anahtarın bir kopyasını da herkese dağıtmışım. Kimde var kim ne zaman gelir gider bilmiyorum. Öyle sahiplenmemişim evimi, sanki.
Koca kırımızı sobam benim. Ah canım, yanıyor ellerde cayır cayır. Terk.
Telefon çalıyor. Açasım yok.
Kapıya yöneliyorum. Ben aslında benim kırmızı sobamı nerede, kimin paylaştığı fotoğrafta gördüm biliyorum. Hatta yerini de biliyorum. Kimin aldığını biliyor ve bu gerçeği de kendimden uzak tutuyorum.
Evden çıkıyorum. Arabama biniyorum. Adrese gidiyorum. Sessizlik içinde.
Kapıya dayanıp kapıyı çalıyorum.
Açılıyor.
– Derhal kırmızı sobamı yerine iade etmenizi istiyorum. Şimdi.
Hiç bu kadar net, kısa, öz ve tonu içerdiği tehditten ağır bir cümlem olmadı belki. Karşımda derin bir küstah sessizlik.
– Açıklamam var…
– İstemiyorum. Reddediyorum. Sınırı aştınız. Tüm krediler tükendi. Sobam derhal şimdi evine dönecek.
Kararlıyım. Sizli bizli olmaya da!
Gerekirse daha da ciddi adımlar atacağım. Yok öyle “ama canım alt tarafı bir soba” duruşu.
Enayi hibelere son.
Kapının kenarında duruyorum. Gözlerim dimdik. Gözümü kırpmıyorum.
Karşımdan yıkılıyor. Telefonla birilerini arıyor. Soba soğuk. Belli ki sırf o nazire fotoğrafı çekip yüzsüzlüğün kanıtı olarak paylaşmak adına yakmış. Yakmak onun için hep çok kolay. Kaç kere gördüm kolaycacık yaktığını. Beni yakmaz sanmam ne saflık.
Bazı hırsızlar böyle diye düşünüyorum. Dünyanın en ağır yükünü, kapı pencere kırmadan, kuş tüyü taşır gibi alıp gidebilme becerisine sahip. Gücünü senden alıyor tabi. Vermişsin eline tüm püf noktalarını kalbinin, evinin, kapının. Tüm çıkışları biliyor. Tüm girişleri. Tüm zaaflara hakim. Küstahlık ve kabalık nezaket tanımıyor. Senin soban ona tüy. Onun tüy sana her daim doğrulmuş bir silah. Bi şey olmaz sanıyorsun.
Ya tüy kaz tüyüyse ama mesela. Sobaya atsan yansa, çıkardığı gazla zehirler de fena ölürsün oysa mazallah.
Görmek istediğin gibi bir yüzü yok kimisinin.
Kestane gibi bazısı. Hepsi aynı ağaçtan. Hepsi aynı soba üzerinde köz. Bi tanesini ısırıyorsun, ekşi bi tat. Ağzının tadını kaçıran o bi tane hep var. Hayat çeşni.
Adamlar geliyor. Önümden geçiyorlar içeri. Yüklenmeye çalışıyorlar kırmızı sobamı.
Hırsız bakıyor. Tavırlı bir de utanmaz. Hem hırsız hem utanmaz.
Benim kapımdan tereyağından kıl çeker gibi çıkan koca kırmızı soba, bu evin kocaman kapısından çıkarken kirişleri yerinden oynatıyor, antika kapıyı da fena çiziyor.
Benden çalmak ne kadar kolaysa, ondan hakkını almak o kadar zararlı.
Benim daracık kapım açık, onun koca kapısı daracık.
Zar zor iniyor sobacığım. Ben de arkasından, arkama bakmadan.
Zar zor bindiriliyor kamyonete.
Arabamla takip ediyorum evimin önüne kadar. Giriş katında evim. Düzayak.
Adamlar içeri taşıyorlar. Su ikram ediyorum. Onlar sularını içerken, koşup içeriden cüzdanımı alıyorum. Her birine az da olsa bahşiş veriyorum. Yarım elma gönül alma.
– Abla bu soba buraya daha çok yakıştı. Evin de güzelmiş. Kaça aldın sen bu sobayı?
– Teşekkür ederim. Dedemden yadigar.
Sessizlik oluyor, adamlar birbirine bakıyor. Bardakları masamın üzerine bırakıyorlar. Kafalarıyla teşekkür edip gidiyorlar.
Arkalarından kapımı kapatıyorum.
Anahtarcıyı arıyorum.
-Ali Bey Merhaba… kapımın anahtarlarını değiştirmem gerek. Acil.
***********************************************************************************************************************
(Hikayenin sicili: Sanal Yazı Evi, Yeşim Cimcoz ile yazı çalışması taze mahsulü. 9 Şubat, 2022 saat 23:44. Soba kelimesini seçtim. Tema seçtim; durdurabilmek. 10 kelime belirledik. Artı 1 Yeşim’den geldi. Başlık, hikayenin içindeki cümlemi cımbızla çekip çıkaran Duygu Karataş’ın önerisi.)
Ankara Lycée Charles De Gaulle Lisesi ardından Boğaziçi Üniversitesi’nde İngiliz Dili ve Edebiyatı okudum.
7 yaşında gazoz kapağı toplamakla başlayan; orta, lise ve üniversite eğitimi sırasında devam eden farklı iş deneyimlerimi saymazsak, üniversite sonrası sırasıyla; TÜSİAD, Sarkuysan, Commercial Union Sigorta, Yaşar Dış Ticaret gibi şirketlerde farklı görevlerde çalıştım.
Leave a Reply