Yıl 2005.
Canımın cayır cayır acıdığı bi dönem. Kadın olarak, anne olarak, iş kadını olarak… tüm sıfatlarımın canımı hakladığı bir dönem.
Kimse bilmez… kimse bilmez…
Hani şu TedxReset konuşmamda bahsettiğim bir kara delik vardı ya, işte baktığım her yerde o kara kocaman simsiyah delik vardı. Belki de yoktu ama ben öyle görüyordum.
Nasıl derin bir yalnızlık bütün beni çevreleyen kalabalığın içinde!
Nasıl kocaman bir hüzün gülümsemeye çalıştıkça yorulan kalbimin içinde!
Nasıl anlatsam yargılanmaktan korktuğum bir çaresizlik hapishanesindeyim bütün özgürlüğüm dediğim her şeyin içinde.
Adını koyamadığım bir öfke, tanımlayamadığım bir his, hiç anlam veremediğim bir hal işte.
Hayatımda görüp de bakamadığım 3 fotoğrafım varsa bu da onlardan biri işte.
Sex and The City izliyordum, beni bi güldüren bir düşündüren, kara delikten uzaklaştıran bi hali vardı dizinin o dönem bende. Kadın kafası vardı. Kadın vardı. Kadın bakış açısı vardı. Kadının tüm kimliklerinin karmaşası ve gerçekliği ve türleri vardı. Şehir vardı. Mekanikti. İçinde olmak istemezken olduğum her şey vardı işte.
Samantha kanser olmuştu, saçlarını kestirmişti. Gittim ben de kestirdim.
Kısacık… Makinayla kestirdim belime kadar olan saçları.
Kurumsalda iyi konumdayım. Çok iyi para kazanıyorum. Çocuklarımızın okul paralarını ödüyor şirket 18 yaşına kadar düşünün hele.
Hatta 4 çocuğum olsa 4ünü de ödüyor içinde bulunduğum “yüksek yönetici pozisyonunda”.
Hani bir elim yağdaaaa, bir elim balda!
Ah keşke bu yağ ve bal bir tek parayla olsa, ama olmuyor işte içine sorduğunda.
Kimse bilmez… kimse bilmez…
Saçlarımı kestim geldim. Jeanne D’Arc vardı aklımda yemin ederim.
Kendimi kesip atmak, sil baştan doğurmak istiyordum.
Doktor bir ilaç verdi, şu an düşündüğümde öyle dehşete kapılıyorum ki! Doktor bana neye ihtiyacım olduğunu, neleri sevdiğimi, neleri yaparak mutlu olduğumu sormadıydı.
Beni analiz etti, karar verdi ki çok bunalmışım. E doğru! Bunaldım. Ama o bunalım bi şeylerin sonucuydu. O sonuca getiren şeyin nedenini, nasılını araştırmadık asla. 1 saatimiz vardı her hafta. O zaman içinde verilecekti hakkımdaki tüm kararlar.
En güzeli ilacı almaktı, uğraşmak yüzleşmek gerçekleri görüp savaşmak yerine…
O ilaç bende yan etki yaptı.
O kadar tehlikeli ki bu şeyler, ne şanslıymışım. Fark ettim yan etkilerini. Bu işte bir gariplik var bu ben değilim dedim. Kendi kendimi sıyırdım o bataklık çukurdan.
Yazarken ne zor geliyor şimdi bile…
Kimse bilmez, kimse bilmeeeez…
Sandım ki beynimde ur var. Sandım ki bende kötü hastalık var.
Kimse bilmez… kimse bilmeeeez…
Bulut geçti, gözyaşları kaldı çimeeeende…
Bende ne ur, ne de kötü hastalık yoktu arkadaşlar.
İyi olacaktım ben…
Etrafımda olan hayat, içine sürüklendiğim düzen, hiç mecbur değilken yaşamak zorunda kaldığım zorundalıklar, çocukluğumdan beri en sevdiğim her şeyden uzak kalmışlık, idare et dene dene idare ettiğim ama aslında edemediğim “mış” gibicilik, anneliğimi bambaşka yaşamak isterken yaşayamamak da varmış işin içinde.
Ya da yapmak istediğim neydiyse onu bulamamak.
Herkesin sana çok başarılı demesiyle senin aslında başarılı hissedememen.
Ne olursa olsun, yetiştirilişimizle ilgili, gözle görünmeyen ama havada asılı aile yapısı baskıları.
Takdir topladığın şeylerin senin için hiçbir değerinin olmaması.
Kadın erkek ilişkilerine dair binbir soru işareti.
Evlilik, çocuklar, iş hayatı böyle bi şey mi yani kabullenememesi. Kocaman bir tiyatroda kukla olmak, üzerine de para veriyorlar diye sürekli oynamak….
Sana biçilen kılıklarla senin kendine yakıştırdıkların arasındaki çelişki.
Aslında grip bile olmana neden verecek şey yokken, şu insan bedeni denen şey Dünya’nın en güçlü sistemiyken, işte bütün bunlar seni içeriden yiyip beynini ele geçirip seni icabında yatalak kılıyor biliyor musun!
Of ya…
Bu sabah kutunun içinde ben bambaşka bi şey ararken, bu yaz 2. kez çıktı bu fotoğraf karşıma.
Önce bakıp kenara ayırdım boğazımda bir yumru.
Sonra geri aldım elime. Boğazımda hala koca yumru.
Instagram’da paylaşmak istedim, bunları anlatmak istedim.
Sonra utandım.
Kötü geldi bunları anlatmak.
Sonra neden utanıyorsun dedim, sonra bak eskisi gibi kalbini açamıyorsun özgürce, yazmaya çekiniyorsun dedim, filtreliyorsun kendini dedim.
Sonra ne alakası var ben artık canımı yakan şeyleri konuşmak istemiyorum dedim, sonra iyi de bu fotoğrafa bakınca hissettiğin ve hala içinde bi sızı bırakan duyguların var olduğu gerçeğini yok etmiyor ki, yaz da at içinden dedim. İnsan canını yakan şeyi konuşmadı mı yanması geçiyor mu Yonca dedim…
Sonra durdum.
Durdum ve…
Ulan bütün mutluluklar için, kendini kurtarmak için ne çok emek verdin be Yonca sen!
Amma çok uğraşıyorsun yoktan umut görmeye, ne çok uğraş veriyorsun canını dişine takıp her daim mutluluk, umut, emek, fayda, işe yararlılık ve üretmek için, yaz ulan yaz! Ben gülümsüyorsam hak ettiğim için, emek verdiğim için hak ettiğim için gülümsüyorum ve gülememenin ne kadar incitici ve yıkıcı olduğunu bildiğim için çok çabalıyorum, ondan güleni de ağlayanı da na şu kalbimin içinden çok iyi anlıyorum yaz!
Hem de böyle ağzından sularak akarak salyalarınla yaz Yonca! Kara delikte kalmak da vardı, boğulmak da, o kara deliğe aşık olup kararmakta vardı. Renkleri bile isteye kendi kararımla kendim seçtim, başardım! Yaz Yonca.
Sen bunları kendine yazıyorsun, yaz. Dedim…
Yazdım ama farkında olduğum şu; aslında hala filtreli bu yazı.
Gülüyorum şu an kendime.
Telefonlar akıllı. Fotoğrafı çekiyorsun, filtresiz diyorsun di mi.
Filtresi kendinden a dostum. Gerçek, bi kendi gözünle gördüğün bi de kalbinde olanı bi senin bildiğin.
Mış’ı filtreleyip de mi yaşasak?
Yaşasak da mış’lamasak…
Kimse bilmez…
Gül rengi şarap
İçilmez mi böyle günde
Seher yeli
Eser, yırtar eteğini gülün
Güle baktıkça
Çırpınır yüreği bülbülün
Bu yıldızlı gökler
Ne zaman başladı dönmeye?
Kimse bilmez, kimse bilmez…
Yonca
“kırpık”
Ankara Lycée Charles De Gaulle Lisesi ardından Boğaziçi Üniversitesi’nde İngiliz Dili ve Edebiyatı okudum.
7 yaşında gazoz kapağı toplamakla başlayan; orta, lise ve üniversite eğitimi sırasında devam eden farklı iş deneyimlerimi saymazsak, üniversite sonrası sırasıyla; TÜSİAD, Sarkuysan, Commercial Union Sigorta, Yaşar Dış Ticaret gibi şirketlerde farklı görevlerde çalıştım.
Siz hep yazın, hep koşun, hep hissedin ve paylaşın lütfen..Emin olun ki, dokunduğunuz çok hayat var..Kimse bilmez..kimse bilmez derken..Bazen işte biri öyle anlatır ki…Sevgiler..