• 05/05/2025

Gözyaşlarımız Özgür Değil

Gözyaşlarımız Özgür Değil

Gözyaşlarımız Özgür Değil 150 150 Yonca Tokbaş

24 yaşında eve girdi, kapıyı kapattı.
Çantasını bir kenara attı. Arabanın anahtarlarını nereye koyacağını bilemedi. Kitaplığın kenarına sallayıverdi.
Gurbet neresi şimdi?
Ev neresi?

Tevfik Türen Karagözoğlu Seramik Eseri

Eşyalar da anlamını yitirdi. Varsa var, yoksa idare edilebilir. Kışlıklar yoksa da olur, yazlıklar eksikse de yetişir.
Hafiflik de ağır geliyor insana, eğer bahane arıyorsa sıkılmaya.
Sürekli özlem, sürekli sende olmayanı isteme hâli… O da bitti gibi.
Başka bir özlem var şimdi, ama üzerinde durmaya değmez diye içinden geçirdi.
Önce evin ışıklarını açtı. Işıl ışıl seviyor evi. Yalnızlık hissini ışık bastırıyor. Sıcaklık oluyor evde.
Bahçe ışıklarını da, elektrik faturası ne gelecek acaba diye düşünerek, az az açtı. Açmasa da olur aslında ama… Çok karanlık da sevimsiz oluyor diye açtı işte.

Az az.
Salondan bahçeye bakan kocaman pencerelerden, zeytin ağaçlarının ardında uzanan deniz derya ufuk çizgisi. Yer gök birleşmiş, sessiz. Manzaraya baka durdu bir süre.
“Bari müzik açayım… Yok. Sessizlik bazen çok iyi.”
Kafasındaki seslerden yorgun olunca insan, şu sessizlik büyük nimet.
24 yaşında başı şişmiş. Daha erken, ayol.

Ağlayamıyorum kolay. Bu bir sorun mu?
Annem de kolay ağlayamıyor. Hemen yutuyor gözyaşlarını. Sanki bir başlarsa hiç durduramaz, bunu bildiğinden mi?
Annem ağlar gibi olup da, “azıcık deşarj oldum” der demez, kendini de gözyaşlarını da derdest edip kapatınca gözyaşı kapılarını, içime oturuyor.
Gözyaşlarımız özgür değil.
Ben de ağlamak için kriz bekliyor gibiyim.

Çayın altını yaktı.
Şu elektrikli ocak işi çok hata olmuş, annem haklı. Keşke tüplü kalsaymış. Zor ısınıyor. İnsanı delirtiyor. Ateş başka, elektrik başka.
Acı eşiğinin yukarı çıkması tatsız bir şey bence. Yani daha, daha, daha büyük şok ve acı mı lazım ağlamak için?

Ürkütücü.

Alıştım, pat diye işte. Ülkemde hiç kışa giriş yaşamamıştım. Taa küçükken bir sene geçirmişiz, annemler anlatıyor. Ben pek hatırlamıyorum. Fotoğraflara bakınca bir his geliyor içime, o kadar.
His güzel ve farklı. Alıştım işte. Misafir bile ağırladım şipşak.
Ne varsa onunla akabiliyorsun. Boşlukta kalmış gibi, hüzün hazan arıyorsun.
Kalp duygulara alıştı mı, biri yerinden kalkınca boşluğu doldurmak için ne yapacağını şaşırıyor anlaşılan.
Özlemden kaçıyorum herhalde.
Sürekli “Ne ediyorum, ne etmiyorum?” diye analiz etmekten vazgeçemiyorum. Bağımlılık olmuş.
Kendi başıma da çok dolu, meşgul ve oyalanabiliyor olmaktan şaşkınım.
Korku veriyor bu beceri bana

Ne çok korku.
Becerdiğimi görmekten korkuyorum sanırım.
Başarıyor olmaktan… yapabiliyor olmaktan…
Yalnızlığa alışmış, alışık olmak korku veriyor.
Yalnız kalmak istemiyorum ama istiyorum.

24 yaşında 74 gibi takılmam biraz erken bence.
Arkadaşlarımla ilişkilerimi güçlendirmem gerektiğini görüyor olmak ve harekete geçmek dersindeyim.
Annem olsa, “Yonca Okulu’nda bu sene dersler kendimi aşmakla ilgili,” derdi. Kendi kendine uydurduğu okulu vardı…

Ne deli.
Para konuşmak, direkt satış için kendi marka değerimi belirlemek, nedense ana-kız bize çok uzak gelmiş.

Şimdi en azından ondan çok daha önce bu işleri kotarıyorum. Aferin bana.
Yalnız neler yapabildiğimi görmek…
Yapayalnız, ıssız bir evde, kendi başıma yaşamak konusunu da aştık.
Isınmak için şömine yakıp keyiflenmek derdi, ne güzel.

Pek yemek pişirmedim. Salata, çorba… Hızlı, hafif, sade, az yoran şeylerle yetiniyorum.
Yetiniyorum ya… işte o yetmiyor.
Aşk, hadi gel.
Anahtarlar kitaplıkta. Kaptığım gibi yola çıkalım, beraber tatil yapalım.

****
Yazının Künyesi: 17 Kasım 2022. Bir Sanal Yazı Evi saati vakti. Yalıkavak. Şömine başı.

Leave a Reply