Corona ve karantina günleri başlamadan sözüm ona taşınacaktık bu evden. Küçülüyoruz sevinciyle fazla olduğunu düşündüğüm ne var ne yok sattım. Masamızda sandalyemiz veya türlü çeşit bi şeylerimiz eksik olabilir. Amaaa; iyi günde, zor günde, evde kaldığında, molada, sürgünde başını ve sırtını yaslayacak, seni hiç sıkılmadan sonsuza kadar dinleyip asla yargılamadan koşulsuz seven bi Ginger Beyciğin varsa hayatında, bas bi kahkaha!
Her yerde bir geri kalma korkusu. Herkesin dilinde bir “hayat durdu” cümlesi. Bitmek bilmeyen gelecek zamanlı cümleler kuruluyor dört bir yanımda.
Kavuşa“CAĞIZ” buluşa“CAĞIZ” sarıla“CAĞIZ” öpüşe“CEĞİZ” cağız ceğiz cağız!
Gelecek zaman fiili yorgunluğu yaşıyorum şu anda.
Oysa hiçbir şeyden geri kalmadık. Hiçbir şeyi kaçırmıyoruz. Hayat durmadı.
Hayat devam ediyor. Güneş her sabah doğuyor. Kuşlar her zamanki gibi uçuyor. Arılar vızır vızır işlerinin başında.
Bu cümlelerin hepsi de şimdiki zaman!
Mola almak zorunda kaldık. Bu bir mola. O kadar. Nedeni ölümcül bir salgın olmasa, hepimizin ne çok ihtiyacı vardı bir mola almaya. Mola zorunlu olunca sevinmesi zor oldu. Ölüm kapıya dayanınca mola dayanılmaz oldu. Evinde kalmak hayati bir mesele olunca, acayip bir geri kalma korkusu içine düşüldü. Ben de korktum. Nice sevdiğime uzak kaldım. En çok, en büyük korkum buymuş; ulaşamamak! Tam içine düştüm bu korkumun.
Çok yakınıma, çok sevdiğim arkadaşlarıma geldi Corona. Bu korku, panik ve paranoya hastalık kadar kötü bir salgın. Kendimden hiç beklemediğim kadar umutsuz hisseder oldum. Bu ortam beni hiç aklıma gelmeyecek türden karamsar bir tarafımla tanıştırdı. Bir de, hiç alışık olmadığım ve tepki duyduğum bu karamsar tarafımla baş etmek zorundayım.
Aman da ne büyük dert! Peh!
Şımarık ve hadsiz gönlüm. Millet işinden gücünden hayatından olmuş… benim derdime bak… Bazen içimden bunların geçtiğine inanamıyorum. Bu yüzleşme ağır koyuyor bana.
Utanıyorum hem hissederken, hem yazarken.
Hafifliyorum açık açık yazdıkça da…
Arkadaşlarım iyileşince umudumu geri kazandım.
Sevdiklerimin hayata, sağlıklarına kavuşmalarına duyduğum şükürle; sevdiklerini kaybedenlerin yaşadığı acıya olan hüznüm aynı terazide. Dilimde bitmek bilmez “çok şükür” ve “Allah’ım sen yardımcı ol” duaları.
Bütün bunları hissederken; işi gücü, aşı, sağlığı, hayatı ve temel ihtiyaçları için hiç tanık olmadığımız türden zorluklar yaşayanlar var. İşinden olanlar, işi ne olacak bilmeyenler, maaş ödemek için çırpınanlar. Öyle çok bilinmeyen var ki şu anda etrafta; en zor olan da bu!
Herkes hemen bir tarih verilsin, bir çözüm önerilsin ve bir çare bulunsun ve hemen işe yarasın istiyor. Herkes bunu ŞİMDİ isterken, sürekli gelecek zaman cümleleri kuruluyor.
Çünkü; hepimizin yatağındaki düşmanın adı “Bilinmez” soyadı “Belirsizlik”.
Onunla yatıp kalkıp sevişiyoruz adeta.
Bilmiyoruz. Cevap yok. Henüz ve hala.
Bi yandan da hepimize “bi dur” arkadaş diyen salgında, duramamak sendromu var ki, o da bir başka cins salgın gibi. Koşmasam bunun durmamak olduğunu bilmezdim bence. Dünya durdu diyorlar, durmadı. Dönüyor.
Bu bir MOLA diyorum sürekli. Kime diyorsam! Kendi kendime konuşuyorum işte. Geri kalmak korkusunun yanına bir de mola alma korkusu eklendi insanlığa.
O kadar tanıdık ki bütün bu hisler bana. Herkesin içine düştüğü nice trajikomik hali çok iyi anlıyorum. Ben zaten hep böyle yaşıyordum. Şimdi adını çatır çutur özgürce koyuyorum.
Yıllar önce, psikoloğum bana bir günlüğüne hiçbir şey yapmama ödevi vermişti.
Yüz tane soru sormuştum “Durma” ödevime dair.
Kitap mı okuyayım?
İzlemediğim filmleri mi izleyeyim?
Spor mu yapayım?
Yazı mı yazayım?
Çocuklara bir şeyler mi öğreteyim, onlarla oyun mu oynamalıyım? Yoksa yeni bir kursa mı katılayım?
Hiçbir şey yapmama ödevimi en iyi nasıl değerlendirebilir, nasıl en başarılı tamamlayabilirim diye paniklemiştim. Şimdiki zamanda etrafımızda tanık olduğumuz gibi.
Doktorum durdu durdu durdu…
“Yonca, hiçbirini yapmayacaksın. Boş duracaksın. Nefes alacaksın. O kadar. Yaşayacaksın. Durmaktan korkma. Geri kalmayacaksın. Zaman kaybetmeyeceksin. Kayıp olmayacak. Hayat, sen durduğunda da devam edecek.” dedi.
Öyle oldu. Ben mola aldım. Hayat beni dinlendirdi ve devam etti.
Aklıma geldi, üniversitede Kıbrıslı oda arkadaşım yatmadan önce: “ışıkları dinlendirelim” derdi, “söndürelim” demezdi. Onun gibi.
Şu an sizlere yazarken kırmızı rujumu sürmediğimi söylemeliyim. Ekranın diğer ucunda don paça yazıyorum. Fotoğrafı çekerken yazacağım yazının bu olacağını düşünmemiştim. Kırmızı rujum yokken yakalanınca suç üstü yakalanmışım gibi oluyor. Şu anda da etrafımda kimse yok.
Çok saçma. Çok komik.
Uzun zamandır birileri bana “sürekli evde ne yapıyorsun?” diye sorduğunda -çünkü pek evden çıkan bir tip değilim- “hiçbir şey yapmıyorum” diyemiyordum.
Kurumsaldayken çok sevdiğim şeyleri yapmak için evde kalmak istediğimde, şirkete “hastayım” diye yalan söylemek zorunda kaldığım bir dönem olmuştu. Kurumsaldan ayrıldım, özgür bir “evden” çalışan oldum. Bu sefer de evden çalışan bir insan olarak “evdeyim ve hiçbir şey yapmıyorum” diyemez oldum. İlla bir şey yapıyormuşum gibi yalan söylemek zorunda kaldım iyi mi!
Şimdi herkes evde kalmak zorunda kalınca, ve bu durumdan içi şişince bana da rahat ve özgürce hiçbir şey yapmıyorum diyebilme dürüstlüğüme kavuşma imkanı doğdu.
Herkes evde kalınca, ben normal oldum, normalleştim yani.
Nihayet benim bu evde durma halim çok geçerli hatta çok önemli ve iyi bi şey oldu.
Ne düşünmeliyim bilmiyorum ki!
Yine de bakıyorum, maşallah, herkes süper çok üretken. Nasıl asabım bozuluyor bakarken.
Ben… Ben sabah akşam Muhteşem Yüzyıl seyrediyorum. Zamanında izlememiştim. Sayısını unuttuğum kere “Fatmagül’ün Suçu Ne?” de izlemiş bir insanım. Yine hangi kanalda denk gelsem, hemen her şeyi bırakıp mutlaka oturup izliyorum. Elimde değil. Çok seviyorum.
Evdeyken böyle şeyler yaptığımı ne zaman açık açık söylesem, mutlaka karşımdaki insanların bazılarında bir hayal kırıklığı olur. Ben de özgür olmak için yalan söylemek zorunda kalırım.
Dizilerimin çoğunu çok fazla izlemekten repliklerine kadar ezberlemiş olduğumdan, Radyo Programı gibi “izlerim”. Ben okurken veya yazarken, veya internette boş boş dolaşırken arkada bir sayfa olarak açıklar. Önemli sahne geldiğinde hop bi gider bakarım.
Bu halimden utanmak zorunda kaldığım çok oldu dedim ya; şimdi bunu size yazarken utanmıyorum artık. Yazarlarla daha çok konuşup buluştukça, böyle ayıp şeyler yapanın bi ben olmadığımı, hatta bunun bir yazarlık süreci olduğunu bile öğrendim. Tastiklendim.
Hayat durmuyor tabi ben bu herkesin pek uygun bulmadığı şeyleri yapmakla meşgulken.
Hayat asla durmuyor Arkadaşlar…
Biz de durmuyoruz. Bunu demek için yazıyorum bakın. Şimdiki zamanda yazıyorum.
Kitabımı yazmaya devam ediyorum. Yavaş ilerliyorum. Çünkü zorlanıyorum. Sabahtan akşama kadar yazamıyorum. Her gün yazamıyorum. Bir yazmaya başladığıma başka bir şeyle devam ediyorum. Ben bir insanım.
Araya HAYAT giriyor. Hayatım.
Doğayla ilgilenmek geliyor içimden. Saksılarıma takılıyor kafam. Aklıma gelen bir hatıraya takılıyorum sonra. Annemle konuşmak geliyor içimden, konuşuyorum. Bence her şeyden önemli. Arılara su vermekle meşgulüm. Çok susuyorlar onlar da. Ev işleriyle zamanım geçiyor bazen.
Duruyorum. Düşünüyorum. Uyuyorum. Kızımla görüntülü sohbet etmek giriyor araya. Ne bileyim oğluma sevdiği bir şeyi pişirmek oluyor o anda en önemli işim.
Bazen uyuklamak kanepede aylak aylak çok önemli bir an hayatımda.
Sonra ağlamak çok iyi geliyor. Ağlıyorum zırıl zırıl Muhteşem Yüzyıl izlerken. Hiç anlamadığım şeyleri anlıyorum. Bir babanın, insanın, kardeşim dediğine, evladına nasıl kıyabildiğine yüreğim dağlanıyor yine. Kadınların erkeklere köleliğine kahroluyorum. Yüzyıllarca içimize işlenmiş Harem şeysine içerliyorum. Ağlıyorum zırıl zırıl yine. Ağlamak rahatlatıyor.
Diziler en çok ağlamak için işime yarıyor belki de. Sanal buluşmalara katılıyorum.
Bir bakıyorum ya kendimi bir şey yapmıyorum diye, ya da bir başkasını sürekli bir şey yapıyor diye yargılıyorum.
Çok ayıplıyorum sonra kendimi.
Şu günleri kim nasıl istiyorsa öyle geçirsin istiyorum. Buna kim neden karışıyor hiç bilmiyorum.
Kendimi bildim bileli spor yapıyorum. Benim için spor kolum bacağım gibi. Birileri kendini spora verenlere laf ediyor. Spora kendini vermeyenlere de, kendini spora verenler laf ediyor. Belki de herkes birine laf ederek kendini iyi hissediyor.
Yıllardır ilk defa bu kadar düzgün kuvvet ve kardiyo antrenmanı yapıyorum. Şerdeki hayır da bu oldu diyorum kendime.
Bu arada dikkatinizi çekiyorum, hep şimdiki zamanda yazıyorum.
Bizde karantina başlayalı uzun zaman oldu.
Yürüyorum evde, salonda, evin etrafında, site içinde. Neye ihtiyacın var diye soran olursa, “UÇAK” diyorum.
UÇAK!
Daha önce hayatımda hiç “Ben bir uçak istiyorum” cümlesi kurmamışım, kuruyorum.
Bi uçakla uçmak istiyorum ülkeme.
Sağlığımıza duacıyken, bir kadın yazar anne olarak sürgünde hissederken yakalıyorum kendimi. Utanıyorum.
Çocuk gibi sayıklıyorum.
Gelecek zamanda değil. Şimdiki zamandayım.
Ben, eve gitmek istiyorum.
Ginger Bey geliyor yanıma.
Koltuğun tepesine çıkıyor. Başımı yaslıyorum karnına.
Kalbi pıt pıt atıyor.
Yonca
“evcimen”
Ankara Lycée Charles De Gaulle Lisesi ardından Boğaziçi Üniversitesi’nde İngiliz Dili ve Edebiyatı okudum.
7 yaşında gazoz kapağı toplamakla başlayan; orta, lise ve üniversite eğitimi sırasında devam eden farklı iş deneyimlerimi saymazsak, üniversite sonrası sırasıyla; TÜSİAD, Sarkuysan, Commercial Union Sigorta, Yaşar Dış Ticaret gibi şirketlerde farklı görevlerde çalıştım.
Yonca Hn merhaba yazınız çok güzel .şuan bende Çınarcık ta kredisini ödemeye devam ettiğim güzel bir evde kalıyorum. Bu süreç sonunda işimizin tekrar olucağını bilsek bu kadar sıkıntı yapmayız. Normalde kitap okumayı ve film seyretmeyi çok severim. Şimdi hiçbirine odaklanmıyorum.içimde ki sıkıntı geçmiyor Galiba biraz dertleşmek istedim Sevgiler