• 18/04/2020

Ajandam yaşamakla meşgul

Ajandam yaşamakla meşgul

Ajandam yaşamakla meşgul 768 1024 Yonca Tokbaş

Günlerim pek güzel güle ağlaya geçiyor. Ajandama da yazdım. Madem ağlamanın bu kadar ciddi bir mesaisi var hayatımda, o zaman ajandaya not düşülmeli. Nitekim ağlamak da bir yaşam mesaisi ve bu hayata dahil. Ajandama gülmelerimi de yazdım pek tabi. İnsan gülmeyi dışarıda bırakır mı hiç!

Daha önce bu eylemlerimi günlüklerime veya yazılarıma yazardım. Ajandama bunları yazmak hiç aklıma gelmemişti. Bir yere “ağla” veya “gül” diye not almak, hiç ama hiç aklıma gelmemişti.

Ajandama ayrıca, “Çay iç” de yazdım. O saatte çay içmiştim. Çay içmeyi planladığım veya canımın mutlaka çay çektiği saatleri de çok iyi bildiğim için “çay iç” de yazmaya başladım ajandama.
Sonra; “Bahçede kuş sesi” yazdım. Bahçede durduğum o saatte kuş sesiyle doluydu hayatım.
“Boş oturmak” yazdım ajandamda saat 14:00’e. E çünkü baktım o saatte boş oturuyorum.
Sonra “oku” yazdım. “Yaz” yazdım. Bu ikisini peş peşe yazdım. Çünkü olaylar öyle gerçekleşiyor genelde. “Yağmur” yazdım; çünkü yağmur yağmıştı tam o zaman diliminde.

Bunları yazınca ajandam aslında ilk defa yaşamakla meşgul ve dolu oldu.
Yine dolu yani. Boş değil. Boş’la alıp veremediğim ne var bilmem. “Boş” kelimesine karşı bu kadar büyük savaş ve ayrımcılık ne boş bir uğraş.

Ajandamın önceki zamanlarına baktım. Neyle doluymuş diye.
Bilmem nereye git, bilmem kimle görüş, şu konuda bi toplantı, bu konuda bir başka toplantı, ödemeler takvimi, yazı fikirleri, unutulmaması gerekenler filan gibi şeyler. Yazmakla ve koşmakla ilgili, arılarla ilgili bir şeyler hep var. Olası iş görüşmeleri, çocuklarla ilgili bir şeyler filan falan. Doktor randevuları, yarış tarihleri, seyahatler…
Ajandam başkalarıyla yaşayacak ve yapacak olduğum şeylerle dolu ve onlar hep daha öncelikli gibiymiş. Hmmm.. o da iyi, bu da. O da lazım, bu da.
Ay yani bunu da iyi veya kötü, doğru veya yanlış diye şey edemeyeceğim şu anda.

Bu Corona günleri, insanı, kendisiyle baş başa yaptığı/yapamadığı bir şeyler için çektiği vicdan azabı ve hissettiği suçluluk duygusu ile de değişik bir anlaşmaya zorluyor. Yanlışlar doğruları, doğrular yanlışları tamamen götürdü.

Yani sıkıysa bul çözüm.
Yok.
Öyle duruyor her şey işte.
İstediğin kadar vicdan azabı da çek. Çek çek dur yani. Suçlu hisset. Neye hissedeceksen. Suçun ne ki? Yok. Suçlu kim? Ben değilim orası kesin. Bence sen de suçlu değilsin.
İşin en güzeli bu.
Suçlu hissede hissede, daha fazla suçlu hissedemez oluyorsun. Bir şeyi layığıyla yaşadın mı tükeniyor yemin ediyorum.
Daha da şahanesi, “boş oturmak” kıymetli, değerli, anlamlı ve geçerli bir meşgale oluyor. Şimdi bu durumda insan nasıl kendine kızar ki?
Kızamaz.
Kızmam tükendi.

Mesela duygusallığımı, ajandamda ona bir zaman ve yer ayırarak yaşamak kadar muhteşem bir buluşum olmamıştı. Bugünümün en büyük zenginliği ve hayatımın buluşu bu oldu.

Yaşamakla meşgul olmanın kağıt üzerine dökülmüş olması, elimde bir kanıdının olması, ajandamda her bir duygumun ona ayrılmış bir zaman dilimine kavuşması ve onaylanması… bence çok şahane bi şey oldu.
Ajandam yaşamaya başladı gibi oldu.
Ne güzel bir şey bu di mi?
Ben yaptım.
Oldu.

Ajandalarımızın boş sayfalarına ithafen Kenan’dan gelsin o vakit; “Al bu boş sayfa senin!”

Yonca
“Tıkır tıkır”

Leave a Reply