Notre Dame Katedrali’nde bir yangın çıktı. Katedral bütün Dünya’nın gözleri önünde, çaresiz bakışlar ve ilahiler eşliğinde, sessiz ve cayır cayır yandı.
Kalbimin yüzünü pek de gösteremediğim zamanlar yaşıyorum.
Belki de bir arkadaşımın dediği ve hatta uyardığı gibi, yüzün gözün, ciğerin tüm Dünya’ya sonuna kadar açık yaşamamayı öğrenmek de bir erdem. Susmak. Her şeyi açmamak, deşmemek, bi şeyleri kendine de saklamak, yani bunları öğrenmek de bir erdem.
Öğrenmeyi seviyorum.
“Korku eşittir sevgi, Sevgi eşittir korku” olamazı anlamak, kaygı ile kendinden vazgeçmemek, kendi sınırlarına sahip çıkmak için önce onların ne olduğunu fark etmek… bunların hepsi çok ağır farkındalıklar ve dersler.
Almak isteyene. Alış verişi seviyorum ben de.
Ne kadar yüklü ve değerli dersler alıyorum Sevgili Hayattan.
Çok teşekkür ederim peşinen kendisine.
Notre Dame’ın kulesini saran alevlerin, onu tüm yüküyle devirişi bana erilliğe dair çok ağır bir sızı hissettirdi. Notre-Dame, asi kız, yanarak devrim yaptı, meydan okudu, bir devrin kapanışına imzasını attı.
Notre Dame’da kovanlarında yaşayan 200bin’e yakın arının hayatta kalışına ne demeli peki? İşçi arılar dişi biliyor musunuz? Dünya’nın tüm besin kaynakları da işçi arıların elinde. Yani, hayatımız dişi işçi arılara bağlı ve o yangında onlardan 200bin tanesi, hayatta kalmayı bildi, başardı. Kule yandı devrildi. Yangın söndürüldü ve arılar kovanlarına geri döndü.
Dişi ruhların, bedenlerin uğradığı tecavüzlerin bedelini parayla, türlü pazarlıkla masaya oturtmak; ilahi adaletin çözemediğini, insan eliyle yazılmış eril kanunlarla çözmeye çalışmak ve dayatmak…
Politikaların, ticaretin bulaştığı inançla sevgiyi karıştırmak, çok ağır ve terazileri kıran bir yükmüş..
Eril enerji, dişiye hissettirebildiği acının şu koca evrende kendi üzerine bıraktığı vebalin farkında olsa, bunu idrak etse; karma değişir, Dünya başka bi alem olurdu bence. Ha o zaman da aşkın acısını bunca yazabilen bizlere yazacak bi şeyler kalır mıydı, “mutlu aşk şiiri yoktur” söylemi ölü mü doğardı bilemiyorum.
Bir kadını, evlatlarının geleceğini, psikolojisini, her şeyini düşünmek durumunda olduğundan canını yakana beddua bile edemediği umami tadda bir ağır acıyla barışık yaşamaya ve hatta canını yakanla anlaşmaya zorunlu bırakmak, ve bütün bunların belki de farkında bile olmamak büyük bir günahmış kanımca.. Miras hatta. Günah mirası…
O kadar ağırmış…
Dünya’nın bunları sürekli yaşayan insanları; kendini hakka adalete, sevgiye, vicdana, dürüstlüğe teslim olmaya, bunlar için çalışma şevkine; özür dileyip affedilmeye kürek çekmedikçe, biz nice Nobel’lik alev ateş romanlar yaşar ve yazarız. Yana yana devrilir, küllerimizden doğarız. Cevherimiz de bu bence.
İnsan yaşamadığını bilir mi? Yaşamadığını ciğerden kağıda dökebilir mi?
İçine küfür öfkesi düşmeyen, küfürü yazabilir miyim diye kendinden başka her yerden izin ister mi?
Ve bi de umut.. Ah şu umut o kadar kıymetli ki!
Şu Kainatı kuran, eğer karşıma çıkarttığı her ağaçta 4 mevsim yaşatmasa bana… Umuda tapan bir şaman olmasam yani bi anlamda… Tüm işçi arıların dişi olduğunu ve bütün Dünya’yı hayatta tutanların dişi olduğunu bunca bilmesem belki bilimsel anlamda da, canım her acıdığında sabahlar olup da kalkamazdım belki ayağa. Dünyanın her yerinde bu kadar yürekten seven, destekleyen, hayatı yeşerten, sessiz bir birlik ve anlaşma içinde umut besleyen bunca dişinin varlığından haberdar olup şansımın farkında olup şükretmesem her gün ya da..
İşte o zaman harbi korkmam gerekirdi yangınlardan aslında.
Farkındayım. Şükrediyorum.
Büyümekten çok korkuyormuşum anladım.
Kabul ettim. Yetişkin bir Yonca olmak için hazırım.
Teslim oldum. İnanıyorum…
İyi ki varsınız. 🍀❤️
Yonca
“kül tanesi”
17 Nisan 2019 saat 11:30
Ankara Lycée Charles De Gaulle Lisesi ardından Boğaziçi Üniversitesi’nde İngiliz Dili ve Edebiyatı okudum.
7 yaşında gazoz kapağı toplamakla başlayan; orta, lise ve üniversite eğitimi sırasında devam eden farklı iş deneyimlerimi saymazsak, üniversite sonrası sırasıyla; TÜSİAD, Sarkuysan, Commercial Union Sigorta, Yaşar Dış Ticaret gibi şirketlerde farklı görevlerde çalıştım.
Leave a Reply