♫♫♫♫
Nedendir bilinmez bu yaz başında hep çok inanılmaz konuşmalara denk geldim.
Çok Özel Kimselere Benzemez Bay E., Ruh İkizim Adaletli G. ve ben, beraber bi gün geçirdik.
Müzikal bi gündü. Eskilerden bugünlere ne kadar harika müzik varsa, ki inanın çok var, hepsini indirdik. Dinledik.
Bunca sene sonra, hiç konuşmadığımız konuları ilk defa deştik. Çocukluğumuzu, ailelerimizi, farklılıklarımızı, benzerliklerimizi, bildiğimizi sandığımız bilmediklerimizi konuştuk.
Hayatımda geçirdiğim unutulmayacak günlerden-gecelerden biriydi.
Efkarlı. Kıymetli. Hasret kalınmış. Belki geç kalınmış gibi gelebilir ama değil, tam zamanında yaşanmış…
İhtiyacım varmış demek ki.
Çok ihtiyacım varmış.
O gün ve gece bana çok büyük bir hediyeydi.
Hızlı Kadın İlkeli Speedy T. de olaydı o gün, çember tamamlanacaktı ama yoktu.
Zaten onu tutabilene aşk olsun ki!
Öyle bir kadın düşünün ki, verdiği karar üzerine uçmanız gerekebilir.
Aşağısı kurtarmaz.
Halılar silindiyse üzerine basılmaz, kotlar yıkanırken yumuşatıcı kullanılmaz, ilkelerden ödün verilmez.
Kadir kıymet bilinmezse, hapı yuttun. Hiç kimse ondan daha doğru yüzüne ayıbını söyleyemez.
Pat küt söyler, lafı evirip çevirmeden.
Offf hep de doğrudur dedikleri.
Ben işte, Ruh İkizim Adaletli G.’nin dediği gibi çok farklı iki ailenin karışımıyım.
İyi karıştık biz.
Çok güzel.
Tarhana benden daha az sebzeli.
Ben tarhandan da koyu kırmızı.
Nitekim,
Kırmızı.
♫♫♫♫
Güvenmek her şeyin başı.
Her şeyin.
Güvenmek için, birinin siz ona güvenin diye çaba gösterdiğini bilmek de önemli.
Ben, çabalayan birini yarı yolda bırakmayı istemem.
Ben çabalıyor olsaydım iyi olmak için, güvenilir olmak için, tutunmak için; birileri tarafından görülmek, farkında olunmak isterdim.
Elimden tutulsun isterdim.
Yalnız bırakılmak beni çöpe atmak gibi olurdu.
Kendime kıyılsın istemezdim.
Kimseye kıyamam bu yüzden.
İnsanları gözden çıkarmak bu kadar kolay olmamalı.
Asla.
Kıymamalı.
Nokta.
♫♫♫♫
Sanırım dünyanın en güzel sabahına uyandım. Dün gece çok güzel uyudum.
İnsan iyi bir gün geçirince, iyi uyuyor. Spor yaptım, çalıştım, güzel şeyler dinledim, seyrettim, konuştum.
Hatta bu sabah yine Baykuş Hanım’ın sesiyle uyandım. “Madem uyandım, bi daha da uyumam!” dedim, kalktım.
Kitabın teslimine kaldı beş gün.
Çok heyecanlıyım.
Ellerim terliyor şu an yazarken. Ve bu heyecanla tam 18 zeytin yedim Ne İstediğini Bilen F. Hanım’ın evinde.
Hâlâ oradayım.
Bu kitap yazılıp bittiyse Datça ve Türk Evi sayesindedir. İnanılmaz bir anımda imdadıma yetişti burası, insanları, havası, suyu, bahçesi, hamağı, kedileri ve ruhu.
Hiç böyle bir yere geleceğimi düşünmeden çıktığım ilk seyahatimde, ilk kaçamağımda, ilk kitap yazmak için yola çıkıp gidişimde buldum burayı tesadüfle.
Datça feribotundan inip servis otobüsüne binip Liman’ın orada yine inip, “Sağa mı, sola mı?” derken, Olimpos Otel’in mitolojik ismine takılıp o yöne yürümeseydim, yolda Türk Evi Butik Otel yazan kırmızı tabelayı görmeseydim, orada yazan telefonu aramasaydım, telefona çıkan Sesi Gülen Teni Güzel Z. Hanım telefonda; “Yer var kızım, yer var. Bahçemiz var bizim, çoook güzel!” demeseydi, ben geldiğimde dövünerek; “Ah kızımmm ben yanlış biliyomuşum, yerimiz yokmuş meğer, neetcez şimdi?” diye, dertlenmeseydi; “Ben zaten kitap yazıcam, bahçedeki hamakta yatar kalkar yazarım.” dediğimde, evin sahibi Ne İstediğini Bilen F. Hanım’ı aramasaydık, o da; “Olmaz öyle şey, yandaki Olimpos Otel’de 1 gece idare edecek yer ayarlarız, yarın oda boşalınca geçersiniz. Elbet bi şekilde hallederiz!” demeseydi, ben bütün gün orada ye-iç-yaz yapmasaydım…
Yediğim en lezzetli közlenmiş biberleri, en güzel levreği, en güzel yeşil kırma zeytinleri yemeseydim…
İyi Müziksever Hızır S. her daim güler yüzüyle ne sorsam; “Derhal!” demeseydi, “Nerede güzel müzik dinleyerek yazarım?” dediğimde bana harbi acayip iyi müzik çalan bi yerler önermeseydi… Bi Şeyi Bi Kere Duysun Asla Unutmaz C. her sabah kahvaltıda bana bahçeden şimdi toplanmış semizotlarını döşemeseydi…
Sessiz Sedasız Çalışkan Güleryüz D. her sabah; “Günaydııın!” dediğimde sessizce gülümsemeseydi…
Ya yola hiç çıkmasaydım, ya hiç denemeseydim korkumun üzerine gitmeyi…
Tesadüflerin güzelliği diye bir şey olur muydu sizce?
Tevekkül.
Şerefe!
♫♫♫♫
Beklemek çok zormuş gerçekten. En iyisi beklememek.
Harekete geçmek.
Hiçbir şeyi içinde tutmamak.
Tek saniye kaybetmeden, varsaymadan yaşamak.
Varsaymak amma yorucu.
Üzücü, yıpratıcı.
Sor geç, söyle öğren.
Bitsin çile.
Bekleme.
Bekletme.
Şu an böyle hissediyorsam.
Böyle.
Öyle.
♫♫♫♫
Ne gün ama kardeşim.
Bitmek bilmedi.
Nasıl çarpıyor kalbim şu an anlatamam. Küçük çocuk kalbi gibi değil.
Daha bi başka kalp hali.
Sıfırdan başlayan, her şeye yepyeni bakmaya başlayan, yenidoğan tadında.
Kendimi yeniden yapılandırdım mı demeli?
Doğru kelime ne?
Ay neyse ne!
Bugünden sonra her şey çok daha güzel olacak.
Öyle karar verdim.
Biliyorum.
Olacak.
Yaşasın!
♫♫♫♫
Teşekkürname…
Beni doğuran ve doğurduklarım…
Yan yana büyüdüklerim,
Tüm anlaşamadan barışık olduklarım,
Sevdiklerim, sevmediklerim…
Bugün hâlâ,
Hepsi yanımda.
Çok şükür.
♫♫♫♫
Bu kitap yazılırken duyduğum ve hiç unutmak istemediğim iki cümle var…
1- Yağmurda koşarken duyduğum toprağın kokusu mis gibiydi.
2- Öyle huzurlu ki!
Huzur;
Mutluluktur.
Evet.
♫♫♫♫
Her şey nerede başladı nerede bitti seyir defteri:
Dubai’de Dış Hatlar’da başladı.
İstanbul’da devam etti.
Yalıkavak’a gitti.
Evimde, bahçemde, sahilde, kumsalda devam etti.
Sayın Bayan Gulet Artemis’e bindi.
Knidos’a gitti.
Hisarönü Körfezi’ni gezdi.
Yüzdü, yüzdü, yüzdü.
Güldü. Konuştu.
Gördü.
Sustu.
Düşündü.
Yalıkavak’a geri gitti.
Mola verdi.
Datça feribotunda buldu kendini.
Olimpos Otel’in adına tav oldu. Poseidon 301’de konakladı.
Koştu.
Düşündü.
Datça Türk Evi’nde iki akciğerin arasında duran 3’te, kalpte soluğu buldu.
Yazdı. Yüzdü. Uyudu. Yazdı. Yüzdü. Uyudu. Yazdı.
Datça’da Türk Evi’nin bahçesinde, hamağında, sahilde Cities’in bahçesinde, plajında, Kargı’da ördeklerin yanında…
Yazdı. Yüzdü. Uyudu. Yazdı.
Türk Evi’nde hamağın önündeki minik kare masada bitti.
Hayatının İnce Detayı yanına geldi.
Feribota bindi.
Çocuklarının yanına geri gitti.
Bitti.
Mutlu.
İyi.
Şükretti.
♫♫♫♫
Sonsuz yapraklı bir defter…
En sonunda benim de sonsuz yapraklı bir defterim oldu.
Adı Hayat.
Öyle yazıyor kapağında.
İçinde bir dolu beyaz sayfa var.
Açıp baktım da, ağır bir defter.
Kalın da.
Sayfaları koparırsam hafiflermiş ama ben kopartmam gibi geldi.
Asla!
En kötü sayfasını bile gözüm gibi saklamayı düşünüyorum şu anda.
Bunu bana veren, vermeden önce çok düşünmüş. Aslında bu defteri verdiği her insanı çok düşünmüş. Öyle zormuş ki o insanı bulup bu defteri vermek. O insan öyle çetin bir uğraşın sonunda gelmiş ki o defteri almaya, bulmak da vermek de hiç kolay değilmiş.
Sırf bu yüzden, bunu her zaman hatırlamak lazım mesela. Nasıl ve nereden geldiğini yani, hep hatırlamak lazım.
Defter sahibi insan olmak da, insan olmak da çok güçmüş.
Defteri veren, sayfaların hepsini bilerek beyaz tutmuş.
Defteri eline alan kendi hikayesini kendi başlasın karalamaya diye…
Sayfalar doldukça, karalandıkça, bazen renklenip bazen simsiyah oldukça, kendisi karar versin istemiş bir arka sayfaya geçip geçmemeye; yeniden başlamaya.
Ya da başlamamaya.
Ya da sayfayı koparıp atmaya…
Buruşturmaya veya saklamaya…
Kimi insan sayfalarının bembeyaz kalmasını istemiş.
Hiç ellememiş.
Tek bir çizik atmamış.
Defter nasıl geldiyse öyle gitmiş.
Bir köşede unutulmaya terk edilmiş, önemsenmediği için o da sahibini önemsememiş. Sayfaları dökülünce bakımsızlıktan, defter zaten bi yerlerde kaybolup gitmiş.
Kimi insan defterini sadece artıklarıyla, çöpleriyle kirletmiş. Aklına bir kere bile bir sayfasına da çiçek resmi çizip onu koklamak gelmemiş.
Defter kokuşmuş böyle olunca.
Bir başka defter sahibi ise, alacalı bulacalı boyamaya başlamış her sayfasını.
Ne varsa aklına gelip geçen, not etmiş.
Hayatına değen renklerin her birini, kokusu güzel çiçeklerin resmini, sesi güzel bülbüllerin notalarını çizmiş. Eğri büğrü filan ama olsun, şekle şemale hiç takılmamış. Teker teker hepsini içinden geldiği gibi yerleştirmiş.
Onu ağlatan sahneleri buğulandırmış bi daha bakarsa tam hatırlayamasın diye. Değmez nitekim eski üzüntüleri tekrar tekrar açamaya güzelim defterde.
Onu üzen dostlarına, nankörlük eden ahbaplarına da birer renk hediye etmiş. Hayatlarına bir renk gelsin de, önce kendilerine iyi davransınlar diye öyle yapmış.
Sonraki sayfalara geçerken, bir önceki sayfayı iyi muhafaza etmeyi de ihmal etmemiş.
Başkaları önceki kara sayfaları koparıp atıp defterini hafiflettiğini sanıp sona hızla yaklaşırken; bizimkisi sayfaların hepsini biriktirip defterin dolu dolu yapraklarına bakıp hatıralarıyla gülüp ağlarken…
Ömrünü tüm;
iyi-kötü
güzel-çirkin
siyah-kırmızı çizgileriyle beraber ağırlığıyla koruyup uzatarak yaşamayı tercih etmiş.
Bu bir tercih meselesiymiş.
Bazısı o kalın defterde beyaz sayfa kalmayana kadar çizmiş, yazmış, karalamış. Kalan sayfaları da arkadan gelecekler için hâlâ yer olduğunu bilmenin gönül rahatlığıyla, tek bir sayfa heba etmeden muhafaza etmiş.
Meğer, defteri icat eden için bembeyaz bir defter, bomboş bir hayat gibi geldiğinden, defteri alanın icabında dibine kadar yaşandığı için kararmış, dipten çıkınca da gökkuşağıyla kaplanmış sayfalar yapmasını istermiş.
Bunu anlayan anlamış.
Anlamayan…
Bi şeycik olmaz.
Olmamış.
Defterde hâlâ boş ve beyaz bir sayfa varmış…
Hiçbir şey için asla geç kalınmazmış.
Asla geç kalınmazmış.
Kalınmamış.
Yonca
“Mutlu Son”
Leave a Reply