Bölüm 12

♫♫♫♫

Şu an oturduğum koltuklar beyaz. Azıcık nemliler.

Çiğ düşmüş üstlerine, ondan nemliler.

Sağ yanımda, belki iki adım ötemde, kedi kokusu var. Yavru kediler var gelip giden bahçemize. İki tane mama kabı koyduk onlara özel. Sevinçle besliyoruz onları.

Çok şükür her türlü börtü böcek ve canlı, bizim bahçede mutlu. Belli ki bu afacan kediler de bizim koltukları yatak benimsemişler.

Döşemelerin üstünde gri gri topakımsı tüylerini görüyorum sabahları.

Öyle inanılmaz bir gecede yazıyorum ki şu anki satırları, keşke şu anın canlı yayını da olabilse size.

Tepemde, sol karşımda, yarımtırak bir Ay.

Denizi duyabiliyorum. Dalgaları duyabiliyorum.

Tuzu koklayabiliyorum.

Rüzgar var.

Azıcık ama serince esen bi rüzgar.

Dalga belli ki çok büyük değil. Ama çok küçük de değil ki sesi bana kadar geliyor.

Keşke cesaretim olsa da yüzebilsem gece gece. Ama yüzemem. Tırsarım. Ha yanımda birileri olacak benim gibi gece yüzmek isteyen, üşenmeyecek gelecek, offf acayip yüzerdim. Jaws filmi ne biçim travma yaratmışsa bende, kendi başıma yüzeyim desem, dın tın dın tın hemen müzik başlıyor ensemde.

Belki başka bi zaman yüzerim gece gece.

Yüzemedim diye de ölmem. Elbet az daha büyüyeyim, yanımda belki kimseyi istemem. Gider atlarım kendi başıma gece vakti suya.

Neyse, döneyim şu ana.

Şimdiki zamana.

Öyle çok başka zamanlarda yaşıyoruz ki, şimdiyi yaşayamıyoruz! Oysa herkesin dilinde bir “Carpe Diem” var. “Anın tadını çıkar” tavrı var. Var da, yapan kim derler adama.

Palavra palavra palavra!

Ekranımdan çıkan ışığa sivrisinekler dalıp duruyor. İyi ki ekranla oyalanıyorlar da beni ısırmıyorlar. Zaten ezelden beri beni ısırmazlar. Bence A Rh(-) kan grubundan olduğum için beni sivriler hiç ısırmaz. Hep bunu iddia ederim. Yoksa neden herkesi ısırırken beni ısırmasınlar di mi?

Bu arada ben sizlere bunları yazana kadar Ay azıcık daha denize doğru inmeye başladı. Rengi de kızarmaya yüz tutmuş durumda. Ay şu anda “annane patatesi” rengini aldı.

Ayın en sevdiğim hali bu.

“Annane patatesi” rengi hali.

Ne sarı, ne beyaz, ne kırmızı.

Ayın, üzerine masum bi renk alıp denize inmeye çalıştığı hali. Yüzesi var yine denizde.

Neyse yine dağıldım. Devam.

Cırcır böcekleri ötüyor. Çok şükür her akşam olduğu gibi yine Baykuş Bey ve hanımı zamanında geldiler ve ön çatıya kondular. El salladım onlara, kafa salladılar bana. Açtı kocaman kanatlarını biri, diğer uçtaki bacaya gitti. Her şey hâlâ yolunda demek ki.

Çocuklarım içeride bi şeyler yapıyorlar. Bense bu sıcak günde kafamı da sardım sarmaladım, üşümeden yazmaya çalışıyorum.

Candan Erçetin çalmaya başladı bi de.

İnsan en mutlu anında ağlamak ister mi?

İster. Pek de tatlı tatlı ister.

Tipik bi hareketimizdir bu. Her duyguya su katmak isteriz ılık ve tuzluca. Yani ben isterim. Yaz çocuğuyum ya…

Dibine kadar yaşamak galiba bunun adı. Bense “Sezen Aksu Sendromu” (SAS) diyorum halime. Bi “Şarkı Söylemek Lazım”, bi “Beni Yak Kendini Yak” modundayım hep. Ama hep. Ondandır ki Sezen Aksu’yu delice severim.

Herrr duyguyu dibine kadar yaşayan ve yaşatan kadındır çünkü. Bu kadar güzel bir akşamda, olacağı buydu pek tabii. Candan bitti, Duman başladı “Oje” dedi.

Oje…

Yazmayı kesip, “Gel yanıma gir koynuma!”  diye çığıracağım bi başıma.

Sessiz.

Sedasız.

Oje.

Sarhoş…

Dalga.

♫♫♫♫

Kardeşim Bilge Adam Güvenilir Omuz Karcırcırınca F.’nin insanı çok ters köşeye yatıran fikirleri vardır.

Öyle doğdu zaten. Değişik fikirlerle doğdu. Çocuklar laga luga yaparken o hep tarih sevdi. Hep değişik sorular sorup olaylara başka açılardan baktı, hep.

Ben ne zaman La Fontaine’i elime alıp çocuklarıma okusam, Kardeşim Bilge Adam Güvenilir Omuz Karcırcırınca F.; “Olur mu canım neden çocuklara Tilki’yi kötü tanıtıyorsun, neden Cırcır Böceği’nin eğlenmesi kötü bir şey olsun, neden Karga hep fikricin hin olsun? Onların da iyisi vardır. Sen bırak çocuklara illa karıncayı sevdirmeyi de, eğlencenin de iyi olduğunu anlat, eğlenirken içleri rahat olsun!” diyerek, ısrarla uyanık-eğlenceli-eleştirel olmayı başarmıştır mesela.

Ben hiç öyle düşünmemiş, körü körüne okur dururdum o fablları onlara.

Düşündürdü beni sıpa. Benden 9 yaş küçüktür Kardeşim Bilge Adam Güvenilir Omuz Karcırcırınca F.

Bıyıkları vardır.

İyi ki de vardır. Kimseye benzemez o. Özeldir.

Millet şimdi Malkoçoğlu’nun bıyıklarını konuşuyor. Ohooo bizimkininki ta ne zamandan beri var. Peh! Yaratıcı Pozitif Güzel Bacak Gelin İ. o bıyıkları dünyanın en şeker logosu bilem yaptı. Yaratıcı Pozitif Güzel Bacak Gelin İ. evet, Kardeşim Bilge Adam Güvenilir Omuz Karcırcırınca F.’nin karısı. Dünyanın en pozitif insanı. Ailemize geldiği günden beri şans getirdi. Olduğu gibi olmaktan çekinmeyen, küçük hesaplar peşinde koşan yaranma politikaları gütmeye ihtiyaç asla duymayan güçlü bir karakterdir. Bi de Lolipop gibidir. Karışık Kuruşuk Şeylerin kapağını arkadaşlarımın bana yaptığı yaşgünüm için afiş olarak ve onların bana yazdığı kitabın kapağı olarak hazırlamış aslında. “Yonca Deyine…” kitabının kapağıydı bu kitabın kapağı. O kitabı arkadaşlarım bana yazmış düşünebiliyor musunuz? O kitap bana: “Bana onlar senin için bunu yaptıysa, sen de yapabilirsin!” dedirtti. Bana güç verdi. İlham verdi. Yaratıcı Pozitif Güzel Bacak Gelin İ. bi de her korktuğumda: “Korkma Yoncaaa, çok güzel olucak bak gör, korkmaaa!” diye tatlı tatlı mırıldandı Yaratıcı Pozitif Güzel Bacak Gelin İ. bana. İşte böyle şekerdir Yaratıcı Pozitif Güzel Bacak Gelin İ.

Dönelim Kardeşim Bilge Adam Güvenilir Omuz Karcırcırınca F.’ye.

Allah herkese böyle kardeş versin dedirtir adama.

Bana işte o; “Olur mu canım neden çocuklara Tilki’yi kötü tanıtıyorsun, neden Cırcır Böceği’nin eğlenmesi kötü bir şey olsun, neden Karga hep fikricin hin olsun? Onların da iyisi vardır. Sen bırak çocuklara illa karıncayı sevdirmeyi de, eğlencenin de iyi olduğunu anlat, eğlenirken içleri rahat olsun!” dediği gün, kafamda daha önce hiç yanmamış bir ampul yandı.

Karıncalar vardı o anda sağımda solumda.

Oturup uzun uzun seyrediyordum onları.

Uzun uzadıya.

Karınca ve Cırcır Böceği…

Yan yana.

♫♫♫♫

Bu karınca ne arar devamlı? Çok merak ediyorum.

Sıkılmaz mı?

Bunalmaz mı?

Depresyona girmez mi?

Tatile, eğlenceye veya dağıtmaya hiç ihtiyaç duymaz mı?

Keşke biraz Cırcır Böceği’nden örnek alsa, eğlenceye de vakit ayırsa.

Hayat devamlı ciddiyetle geçmez bunun bir farkına varsa.

Zavallı Karınca…

Devamlı yürüyor, oradan iniyor, buradan çıkıyor, dere tepe düz gidiyor. Hiç durmadan, dinlenmeden didiniyor. Vardır elbet haklı bir sebebi ama insan oturup seyrederken bile yoruluyor.

“Bu ne sabır be kardeşim!” diyor.

Sanki belli çizgiler üzerinde hedefe kitlenmiş, rota şaşmadan gidiyor.

Bu karıncalar galiba hiç uyumuyor.

Ya da bazısı uyurken öbürleri mi çalışıyor?

Hiçbir bilgim yok hayatlarına dair. Sadece gözlemlerim var bizim mutfakta yaptıkları sonsuz geçit sayesinde.

Çok kalabalık ve tipleri de aynı olduklarından, bilemiyorum gelen karınca ile giden karınca aynı mı mesela? Ama yaptıklarının tıpatıp aynı olması, amaçlarının aynı olması, hiç başkaldırmamış gibi olmaları bana köle gibi sorgulamadan çalışan, kendini bastırmış mutsuz insanları hatırlatıyor.

“Liderleri mi kötü acaba?” diyorum.

Sonra; “Liderin kötülüğü ile ne alakası var? Aklını kullan Karınca! Sıradışı ol, köleliğe başkaldırıver!” diyorum.

Sinirleniyorum.

Fena mı olur birkaç karınca çıkıp; “Biz 24 saat yerine 20 saat çalışıp, dostumuz Cırcır’la eğlenip sonra da dinleneceğiz!” dese mesela?

Hem bunun faydası olur Cırcır’ a da.

Karınca ile fikir alışverişinde bulunup, belki o da çalışması gerektiği kadar çalışır bundan sonra.

Yani diyorum ki keşke herkes acık bundan, acık ondan yapsa.

Hayatı dengelese…

Her güzelliğin tadına bakıp damak zevkini zenginleştirse.

Şu kısacık hayatta hem eğlenip hem çalışmak çok önemli bence.

Bunu başarmayı denemeye bile değer diyorum size.

Karınca damarım var ama Cırcır’ı da çok seviyorum işte!

Eğlenerek çalışmak mümkün.

Yeter ki iste!

İste.

YOU MIGHT ALSO LIKE

Leave a Reply