Bölüm 11

♫♫♫♫

Dağın ve denizin ortasında, tatlı suyun sadece yağmurla geldiği bi diyarda, o da yağarsa…

Taşların tarihi olduğu, en eskinin üzerinde yepyeni insanların, hayatların, ayakların yürüyüp geçtiği bi yerde,

Kayalıkların altında, içinde, dibinde;

Güneşin bile uğramadığı bi kuytu köşede, derinlerde, minicik bi çiçek gördüm.

Kırmızıydı.

Dikenleri vardı. Çiçeği de vardı. Çiçek açmıştı kırmızı kırmızı.

Bakakaldım çiçeğe.

Fotoğrafını çektim.

“O kırmızı çiçek eğer oracıkta bitmiş, büyümüş, hâlâ yaşamaya devam edebiliyorsa, sen de yaparsın Yonca!” dedim.

Kendi kendime.

Umut böyle bi şey herhalde.

Şu anda en çok umut görmek istiyorum baktığım yerde.

♫♫♫♫

Bi kadın ve bi adam tanıyorum. İsimlerini veremem asla. İzin almadım onlardan. Hatta onlara saygımdan, son derece tanımadık kılmam lazım onları size. Hem ben onlara kıyamam, hem de siz kıyamazsınız tanısanız belki de. Her ikisi de çok sevdiğim, beraber yaşlanmayı dilediğimgillerdenler.

Çok aşık evlendiler.

Çok.

Adam aslında duygularını pek ele veremeyen biri.

Ama sevdiğine karşı ele veren cinsten.

Çaktırmadan.

Bi sürü hata ve doğru içinde birbirlerini buldular.

Hep çok duygulanırım hallerine.

Farklılar.

Uzun süre çok farklıydılar.

Bana öyle geldi ya da.

Yok yahu, hâlâ farklılar. Haksızlık yapmamalı onlara. Alınırlar.

Kadın durduk yerde bi gün bana küllerden bahsetti.

Aşkın küllerinden…

“Aşk öyle bi şey ki, seni bir araya getiriyor. Sonra delilerce yanıyorsun.

Alev alev.

Kimse söndüremezmişçesine yanıyorsun. Kül olmak istiyorsun delice.

Hakkaten delice.

Yanıp kül olunca ne olacağını düşünmüyorsun. Hiç umurunda olmuyor.

Nitekim kül oluyorsun aşkından yanarak.

Ama işte küller griye çalıyor zamanla. Nedendir bilinmez.

Azcık da hareketsiz, ruhsuz ve hayatsızlar gibi.

Küller ilk başta ılıklar elbet ama rüzgar var mutlaka sağda solda. Mevsimler var dünyada.

Kış esiyor küllerin üzerine, küller soğuyor. Yağmurlar yağıyor. Çamur oluyor.

Aşkın üzerinde birikip kalıyor çamur. Koyu gri oluyor. Siyaha çalıyor.

Hani ne oluyor da kırmızılarını kaybediyorsun, farkına bile varmıyorsun. Bi bakmışsın, solgunluğa denksin. Umursamazlığının bedelisin.

Aşk maşk değil o aşk dediğin şey artık.

Kandırmacaların, alışkanlıkların, uydurmacaların ta kendisi.

Ta kendisisin.

Artık bi şeylerin kanıksandığı ama bunun bile bi şey ifade etmediği yerin ortasısın.

Hatta daniskasısın.

Ama işte hayat afacan ya…

Beklenmedik şeylerin ve hesapsızlıkların, plansızlıkların diyarı ya…

Güm!

Yine ne olduğunu anlamadığın anda, bi rüzgar çıkıyor yaz ortasında. Delice değil, sakince, inceden ve narince esen ılık bi rüzgar. Varlığı yokluğu belli değil. Gücüne güç demezsin ya, öyle. Bi şeye benzetmediğin, hatta belki küçümseyip hor gördüğün rüzgar…

Ama işte küller de kurumuş bahar güneşinde hafiflemişler iyice. Kül deyip geçtiğin ağırlıktalar yine.

Hafifler ve griler, konduramazsın cesareti onlara.

Ama cesurlar.

Çünkü özgürler.

Esti mi, nereye uçacaklarını bilmezler. Düşünmezler.

O ince, narin, ılık esen rüzgarı bi tek onlar hissedebiliyor hafifliklerinde.

Biri “üf” dedikçe, uçuşmaya başlıyorlar çaktırmadan, hissettirmeden hiç kimseye.

Gri gri, incecik, hafifçecik küller uçuşmaya başladıkça, altta varsa hâlâ kızgın bi alev, alevlenesi mi geliyor ne?

Kızgınlığı herkes kötü zanneder.

Bazen iyidir işte.

İlk önce azıcık göz kırpan bir kırmızıdır kızgın alev. Bilemezsin artacak mı, ölecek mi?

Alev mi oradan gözüne sızan ne?

Belki de…

Alev. Alev evet. Elbette.

Aşk küllerinden doğabilen tek şey olabilir mi?”

Aşkın küllerinin hikayesi buydu işte.

♫♫♫♫

Babam, ah benim erken giden babam.

Kim geç gitmiş ki zaten?

Her giden zamansız. Kimisi daha da zamansız biliyorum.

Susuyorum.

Haddimi aşmak istemiyorum.

Şu anda hayatta olsan, tek sorum vardı soracak sana.

İnsan bazen öyle feci ihtiyaç duyuyor ki babasının nasihatini duymaya. Baba nasihati lazım şu anda bana.

Hey gidi anasını sattığımın hayatı, bi şeye tam ihtiyacın varken yok işte.

Olduğu zaman da ihtiyacının farkında değilsin zaten.

Yaşın bi türlü o yaşta olmuyor kaybetmeden nedense.

Ha tabii babam hayatta olsaydı, şu an yokluğunda hissettiğim kadar sorumu soracak gücüm, cesaretim, isteğim olur muydu acaba?

Hiçbir fikrim yok.

Ama böyledir doğanın kanunu.

Yokken yapmak kolaydır. Varken yapmak en zor olandır.

Ben bir rakı içip geleyim.

Sorum ne mi?

Söylemeye niyetim yok.

Affedin.

Kişiye özelim.

♫♫♫♫

Bilmem beni bilir misiniz ama çok konuşurum. Sürekli konuşan bi insanım.

ÇOK.

Kimi zaman neşe vuruyor çeneme, kimi zaman hüzün.

Nadiren susuyorum.

Sustuğum zaman çok kötü.

Güzel-Anlayışlı-Her Daim Mantıklı Düşünür Annem de, Kardeşim Bilge Adam Güvenilir Omuz Karcırcırınca F. de öyle der hep. “Sen sakın susma Yonca!” derler.

Hatta kendi kendime de sessiz değilim çoğu zaman.

Hatta Ruh İkizim Adaletli G.’nin annesi Hızlı Kadın İlkeli Speedy T. bir gün çok konuşmamdan bunalıp bana susmam için harçlık teklif etmişti küçükken. Yine de susmadım ama. Hiç susmadan, durmadan saatlerce konuşabilirim. Bunca konuşma içinde konuştuğum şeylerin hayallerini de görürüm gözümün ucunda. Sürekli hayallerim vardır. Sürekli ama.

Dileklerim vardır binlerce. Her ortamda, her alakasız işarette dilek tutarım. Her şeyi bir işaret olarak alırım.

Ya dileğim tutarsa?

Olsunlar olmasınlar, ben dilerim. Olsalar da olmasalar da şükrederim.

Hayalleri olmadan insanların yaşayamadığına harbi inanırım. Olduk olmadık hayallerin peşinden çocuklar gibi koşarım.

Büyüyesim olmadı hiç. Olgunlaşmak gerektiği için olgunlaşasım da olmadı.

Ne olur ki bazılarımız böyle kalsak. Ham.

Ağaçtan hiç düşmesek.

Ama yine de kimi zaman susasım geliyor.

Pek ağır.

O ana kadar benden sabırsızı yok. Sustum mu, benden sabırlısı yok. Sustum mu, benden inatçısı ve tatsızı da yok. Sabrım ters yönde çalışmaya başlıyor anında. Kendi gözümün yaşına bakmadan inatlaşabiliyorum hayatla, insanlarla, kendimle.

Gözü kara bi hal.

Kötü bi şey sanırım.

Çünkü içinden geçen sesi, gönlünü dinlemeyi unutabiliyorsun -ki bu sevmediğim bi şey.

Ruh İkizim Adaletli G. bana nasihat ederken bir konuda takılıp kaldıysam eğer inatla; “Yoncacım lütfen inadın yüzünden kendine yenilme… Eğer dönesin varsa kararından dön, inadına kanma.” der.

Takıldım mı inatla bi şeye, hep bu cümle gelir aklıma. Hep.

Bazen insanın yakınlarından kendi arızalarına dair yapıcı cümleleri duymaya, kulağına küpe yapmaya ihtiyacı var.

Yapıcı dedim bakın.

Peki ya yapıcı değil de yıkıcı bir çevrede hapisteyseniz?

O durum çok başka.

Susayım. Korktum.

Gelmesin başıma.

Dağlara taşlara.

 

YOU MIGHT ALSO LIKE

Leave a Reply