Dedemin Nazilli’deki evinin iki kapısı vardı. Ana giriş kapısı ahşap ve çok ağırdı. Ana kapı evin içine açılırken, diğeri Dedemin muayenehanesine açılıyordu. Muayenehane kapısından geçtiğimde burnuma gelen o ilaç kokusunu hala duyabiliyorum.
Gece bir hasta gelince, Dedem muayenehanesine evin içinden geçerek gidebiliyordu. Bahçesinde kümeste tavuklar ve horoz; erik ağacı, limon ağacı ve başka meyve ağaçları dikiliydi. Küçük fıskiyeli bir havuz vardı ve tulumbadan su çekerek doldurup içine girip oturabiliyordum. Ankara’da apartmanda büyüyen bir çocuk için yazları bu eve gelmek, masal diyarına gelmek gibiydi. Dedemin evi benim bütün hayal Dünyam. Dı.

Dedemin benim için yapmayacağı şey yoktu. Yaşına ve koca cüssesine rağmen, sırf benim canım çekti diye erik ağacına tırmanıp erik toplarken merdivenden düştü. Kızacak mı derken kahkahalar attı. Topladığı erikleri tuza bandıra bandıra dilimiz yara olana kadar fıskiyeli havuzun dibinde oturup bi güzel beraber yedik.
Tavuklardan taze yumurtaları toplamak, limon ağacından düşen limonu ikiye bölüp tuzlayarak yemek; Nazilli sıcağında buzdolabı işi gören bodrum katından dedemin kurduğu küp küp zeytinlerden aşırmak benim işim. Dedem korkma, diyor, ben bodruma inerken. Karanlık soğuk, ama güvenli. Öyle olmasa ben zeytinleri oraya kurmam, diyor.
Ev okul gibi. Doğayla temas, hayvanlarla temas ve cesaret okulu. Dedem evi ve evin her köşesini anlatıyor, ben de hepsini masal gibi dinliyorum. Salondaki masa ve sandalyeler bir zamanlar Muğla’da yaşayan özel bir Rum ustanın elinden çıkmış. Adını unuttum. Sandalyelerin kenarlarında, sağlı sollu, bir tür imzası var. Dokunuyorum, değişik pütürlü bir şekil. İmza demek böyle tahtaya oyarak da atılabiliyormuş. Sandalyeyi tek başıma yerinden oynatamıyorum. Kapı gibi ağır. Dedem, o sandalye ceviz, diyor. Sandalyeyi ısırmayı deniyorum. Gülüyoruz. Bu ceviz yenilmez, dişini kırar, diyor.
Bu evde arkadaşım yok. Ben de iki ceviz sandalye arası sürekli ip atlıyorum. İpe ne kadar takılırsam takılayım ben düşüyorum, ceviz sandalyeler asla devrilmiyor. Mutfaktaki sandalyelerde değil, hep bu ceviz sandalyelerde oturmak istiyorum. Derisi çok güzel. Sıcakta çıplak bacaklarıma, totoma yapışıp yakmıyor.
“Ta oradan geli mi gocu sandalye” dediklerinden, ben de her sabah sandalyemin ayaklarını sırtıma yaslayıp sürte sürte mutfağa taşıyorum.
Yaz bitiyor, Ankara’ya dönüyoruz.
Aylar sonra bir gece yarısı telefon geliyor. Babam hızla yola çıkıyor. Dedem kalp krizi geçirmiş. Dedemi kaybetmişiz. Dedemi nasıl kaybettik anlayamıyorum, kaybolduğuna üzülüyorum. Babam çok ağlamış, gözleri kıpkırmızı.
Cenazeden sonra evde herkes gergin, sesler yüksek. Beni sürekli mutfağa yolluyorlar. Bu sefer ceviz sandalyemi ben demeden bana taşıyıveriyorlar.
Aylar sonra bir gün, annemle babam bana annemin işi için tayininin Nazilli’ye çıktığını söylüyor. 1 sene annemle beraber Nazilli’de yaşayacakmışız, Nazilli’de okula gidecekmişim. Yaşasın!
Zeytinleri artık hiç korkmadan bodrum katından alırım, erik toplarım, havuza buz gibi su çeker içine otururum hayalleri kurarken lojmanda yaşayacağımızı öğreniyorum. Artık dedemin evinde kimse kalamazmış. Dedem yokken evde yaşamak zorlaşmış. Sorunlar varmış. Ben Dedemin evinde kalmak istiyorum, orası bana kolay geliyor, dediğimde herkes geriliyor.
Annemle beraber az eşya ile lojmana taşınıyoruz. Lojman Dedemin evine yakın. Okula, dedemin ışığı sönmüş evinin önünden geçerek gidip geliyorum. Başlarda yeni arkadaş edinmekte zorlanıyorum. Ceviz sandalyelerimi özlüyorum. Beraber ip atlamak, ceviz sandalyemde kahvaltı etmek istiyorum.
Bi gece yine telefon çalıyor, uyanıyoruz. Annem çığlık atıyor. Dedemin evinde yangın çıkmış, ev yanıyormuş. Annem babamı arıyor. Babam Ankara’dan o gece yola çıkıp sabaha geliyor. Gözleri yine ağlamaktan şişmiş.
Yangının nasıl çıktığını anlamak için babamı karakola çağırıp sorguya çekiyorlar. Her kafadan bir ses çıkıyor. Korkuyorum. Gece itfaiye gelmiş her yeri yıkamış, yangını zor söndürmüşler. Yangının mutfaktan da çıkmadığına eminler, orası nedense hiç zarar görmemiş.
Eve gidiyoruz. Ana kapının önüne geliyoruz… Kapı yok. Yanmış. Annemle babamın peşinden yanık kütük gibi bir şey üzerinden ıslak isli küllerden olma çamura basarak içeri giriyorum. İs kokusu burnuma yapışıyor. Örümcek ağları gibi kara, yapış yapış ağlar sarmış dedemin evini. Her şey yanmış. Nefes almakta zorlanıyorum, öksürüyorum. Babamla annem ağlıyor.
Salonda, eskiden masanın olduğu yerdeyiz. Her şey kap kara olmuş, yanık yanık, sandalyeler de yanık. Eyvah ceviz sandalyeler de yanmış! Sayıyorum, 4 tane yanık sandalye var, iki tanesi yok! Mutfağa koşuyorum. Ceviz sandalyelerim mutfakta! Sırtımda çekerek mutfağa taşıdığım ceviz sandalyelerim is içinde ama yaşıyor.
Ceviz sandalye yenilmez!
Ceviz sandalyelerime yapışıyorum. Bu sefer asla bırakmam. Eve götürüyoruz. Temizliyoruz. Ceviz sandalyelerim o günden beri ben nereye onlar oraya.
Anılarımı olduğu gibi yazma kararını, yenilmez ceviz sandalyelerimle birlikte aldım.

Ankara Lycée Charles De Gaulle Lisesi ardından Boğaziçi Üniversitesi’nde İngiliz Dili ve Edebiyatı okudum.
7 yaşında gazoz kapağı toplamakla başlayan; orta, lise ve üniversite eğitimi sırasında devam eden farklı iş deneyimlerimi saymazsak, üniversite sonrası sırasıyla; TÜSİAD, Sarkuysan, Commercial Union Sigorta, Yaşar Dış Ticaret gibi şirketlerde farklı görevlerde çalıştım.
			
			
Leave a Reply