Çekirdekten Avokado yetiştirmeyi denediniz mi hiç?
Ben çok denedim.
En başta bütün çekirdekler ziyan oldu diye pek üzüldüm. Yedikten sonra Avokado’yu, hemen toprağa gömüveriyordum.
Pek düşünmeden. Hiç araştırmadan.
Ucundan acık bir filiz bile görünmüyordu. Kaç kere denedim bekledim bilmem.
Sonra vazgeçtim.
Umudumu kestim.
Benim kadar “eli yeşil” bir Yonca eğer Avokadoyu filizlendiremiyorsa, belki de vardı bir nedeni. Başka çekirdeklere yöneldim.
Sonra bir gün, yine elimde Avokado çekirdeği… o bana, ben ona bakıyoruz. Bu sefer bir açıp bakayım internete dedim.
Bazen böyle şeyleri aşırı araştırıp okuyorum, kendi içgüdümü veya ne bileyim doğa ile aramdaki bağda, aramızdaki dili şaşırıp duyamıyorum gibi oluyorum diye de bazen, hiç bakmıyorum, araştırmıyorum, okumuyorum. Yonca içgüdümle ilerlemeyi seçiyorum. Dünya’nın beni hayatla ilgili kendi bakış açısı ile hava kirliliğine sokmasından illallah diyorum…
O Avokado çekirdeği dürttü beni. “Hayata dönmek istiyorum” der gibiydi. Açtım internette “çekirdekten Avokado…” gibi bir şey yazdım. Karşıma çıkan türlü çeşit bilgi ve videodan birine basıverdim sonra. Video kısa olsun istedim. Kimdir nedir o videoyu yapan hiç umursamadım.
Kişi Avokadoyu yedikten sonra kabuğunu soyup, 4 tarafından kürdanla bir tür çarmıha gerip, totosundan bir bardak suyun içine oturtuyordu.
Allah Allah…
Bu da nasıl yöntemmiş acaba…diyerek izledim.
O kürdanları çekirdeği çırıl çıplak soyup batırmak bi fena geldi bana.
Dedim şuna bak… Ne çok acı…
Soyacaksın beni, çırılçıplak, 4 bir yanıma ucu sivri sopalar batırıp sallandıracaksın ayaklarımdan suya, çimlendirmek için… öyle mi?
Off… işkence gibi bu ama!
Sonra birkaç video daha izledim. Olacak iş değildi. Bu yöntemi tavsiye edenler de baktım gayet doğa seven bireylerdi.
İçim sızlayarak denemeye karar verdim.
Avucumda Avokado çekirdeği, önümde 2 kürdan, 1 bardak su.
Öylece bir süre bekledim.
Avokado çekirdeği ile sohbet ettim. O sıralar içimde inanılmaz fırtınalar kopuyordu.
Kızım, üniversite sınavları ve vesaireler içinde, hayatında en sevdiği şeylerle sınanıyordu. Oğlum keza başka türlü şeyler içinden geçiyordu.
Sanki kızımla ilgilenmekten oğluma hiç zaman kalmıyor muydu; kocam ben, hayat, gurbet… Aile…
2018 Kasım zor geçiyordu.
Nihayet Avokado çekirdeğinin “ben kök salmak istiyorum” dileği içimdeki “kürdanla işkence” derdini yendi.
Dedim bunca insanın kesin vardır bir bildiği.
www.plantsandotherthings.com bir web sitesi de buldum o ara. Okudum, bu arkadaş da aynı yöntemi öneriyordu.
Bi cesaret çekirdeğin 4 yanından kürdanla deldim. Bir bardak suyun içine totosunun geniş kısmı suyun içinde kalacak şekilde oturttum.
Aldım yanıma başladım konuşmaya.
Ben nereye, Avokado oraya.
Çalışma masamda oturdu benimle uzun süre. Güneş alan bir yerde. Suyunu ekledim o su içtikçe.
Nasıl lıkır lıkır su içtiğine tanıklık ettim.
Bildiğin ben gibi susuyor, susadıkça içiyordu o canım Avokado çekirdeği.
Günler, haftalar geçti. Instagram’da post ettim bir de ilk suya totosundan oturttuğum günün fotoğrafını.
Tarih 18 Kasım 2018 idi.
Ben paylaşınca, haydaaaa, inanılmaz çok yorum ve beraberinde de bilgi geldi.
Meğer ne çok insan Avokado çekirdeği ile ilgili ve haşır neşirdi.
Yazılan en ilginç ilk bilgi, kabuğunu soymam gerektiğiydi.
Hmmm… Bak o hiç aklıma gelmemişti. Gerçi okumuştum da, hiç öyle anlamamış veya bu kadar önemsememiştim belli ki.
Avokado çekirdeği, ilk eline aldığında kahverengi kaygan bir çekirdek. Meğer o kahverengi kabuğu azıcık kenarda bekletip kurutsan kolaycacık soyabiliyormuşsun.
Daha sonra ektiğim Avokadoların kabuklarını hep soydum. Kabuğunu soymak, gerçekten dendiği gibi küf riskini azaltıyor. Deneyimle öğrendim.
O kahverengi kabuk kuruduktan sonra, çıtır çıtır soyuluyor kolaycacık ve kabuğun içinden yumuşacık, tatlı beyazcık engebeli bir yumurtacık çıkıyor.
Yusyumoş bir şey.
Oyy severim ben o Avokado çekirdeğini.
Çok seviyorum zaten.
Bazı çekirdekler pek bi kabarık, pek bir böyle kelli felli sertimsi. Kabalar diyeceğim içim el verse. Diyorum şu an bi cesaret. Kaba yani bazısı. (ay ama kötü kaba değil bak.. cici kaba… of rahat rahat kaba diyemedim avokado çekirdekciğime kıyıp da)
Bence onlar erkek gibi.
Bazısı da nasıl bir narin, zarif.
Kadın olduklarına eminim.
Avokado tek başına olmak istemezmiş. Mutlaka çift olacak ki meyve versinmiş.
Ahhh… “Avokado aşk istiyor yani!” dedim.
Ben gibi.
“Aşılayacaksın ki meyve versin” dediler. Bu “dediler” deki, “ler” kim, kim bunlar bilmiyorum. Hiç tanımıyorum. Ve bu hiç tanımadığım “lerleri” çok seviyorum. Çünkü her türlü bilgiyi paylaşıyorlar. Çok insandan çok bilgi akışı var Avokado’ya dair. Hepsini dinliyorum.
Ama Avokadocuklarımın aşılanma filan falan günlerine daha çok var. Hele o günler gelsin, düşünürüz.
Sonra, mutlaka doğu tarafına ek dediler. İşte bu bir sorun. Çünkü neremin güneyindeyim, neresinin doğusundayım benim için büyük sıkıntı. Ben ektim. Kafamı kaldırıp güneşe bakıp ona göre oraya çek, buraya it yapıyorum. İşte bu içgüdü.
Sabah güneşi seviyor, kavuran güney güneşini sevmiyor, yanıyor dediler.
Doğru.
Hele de bizim Dubai sıcağında cayır yanıyor yaprakları. Olabildiğince gölgeye alıyorum sıcaklar başlayınca, Nisan’dan itibaren. Bu mevsimde, Mayıs-Haziran’dan Ekim sonuna kadar gölge olan taraftalar mesela.
Serinde tutmaya çabalıyorum. Ki bu hiç kolay değil Dubai’nin zebani sıcakları başladığında. Elimden geleni yapıyorum ama.
Gölge ve nem çok seviyor dediler… Haklılardı.
Nemle arası pek iyi. Maşallah nemden yana sıkıntımız yok.
Bütün bunları yazıyorum zaman su gibi akıyor, oysa Avokado çekirdeği hiç de bu kadarcık zamanda kök salmıyor.
Ah bu zaman!
O ilk çarmıha gerip de totosundan suyun içinde haftalarca oturduğunu izlediğim, sağa sola taşıdığım, suladığım Avokado, önce çatladı. Ne zaman oldu bilmiyorum ama bir sabah su vermek için yanına gittiğimde, ortasından çatırt diye çatlamıştı. Gözümden bir-iki damla gözyaşı düştü.
Şuna bak dedim… Doğum nasıl da sancılı. Hayata gelmek ne bilinmez bir sancı. Bu nasıl bir çatlama hem.. koskocaman yarılmış ikiye ortadan.
Bir çekirdeğin kök salıp filizlenmesi için önce kırılabileceğini bilmesi, kabul etmesi ve canının acıyabileceğini bile bile kendini şu hayata teslim etmesi gerek.
Ah Canım Avokado!
Ah Canım Avokado!
Ah benim canım Avokado çekirdeğim… dayan!
Çatlağa baktım durdum. Ne kadar uzun süre baktım. Ne kadar göz yaşı döktüm bilmiyorum. O nasıl bir yarıktı öyle. Sanki koca dağ ortasından çatlamıştı. İçinden yollar geçiyordu. Can içinden can çıkıyordu. Bir çekirdek 4 bir yanından çarmıha gerilmiş halde totosundan suya oturtulmuş şekilde dururken, ortasından çatlıyordu.
Sabır taşı olsan çatlarsın denir ya… of bilmiyorum ne yazmalıyım buraya!
Bir gün bile bir tohumun nasıl bir süreçten geçtiğini düşünmeden, bilmeden; yaşadıklarına dair hiçbir bilgimiz olmadan yaşıyoruz. Dahası, çoğu zaman bunları düşünmeden de löp diye tek lokmada yiyoruz meyvesini bir şükür bile demeden.
Al, soy, çarmıha ger, suya oturt çatlamasını -çatlayacağını bilmeden- bekle.
Çaaat diye çatladığı yerden kaçlarca gün sonra başladı kök salmaya, günleri sayamadım bile.
Haftalar, ayları kovalar oldu. Aylar yılı buldu.
Geceler gündüzlere döndü. Kum fırtınaları oldu dışarıda, ruhumda.
Kış geldi. Yaz geldi. Sonbahar geldi. Bahar geldi. Hepsi gitti sırayla, geri geldi.
Yazmak istedim. Yazdım. Sildim. Sildim, yazdım ben de.
Kökler büyüdü suyun içinde. Büyüdükçe birbirine sarıldılar, dolandılar oncacık bardağın içinde. Saç gibi uzadı kökler. Kahveli, beyazlı. Cılız kökler güçlendi, kalınlaştı. O bardak bir Dünya oldu. Avokado çekirdeğinin Dünyası.
Hepsini bardağın içine totosundan asılı oturmuş, çarmıha gerdiğim Avokado çekirdeğine baka baka, penceresinden ciğerine baka baka gördüm. Yaşadım.
Gözlerimle.
Avokado çekirdeğinin hayatına, kalbine, ciğerine girmiş bir seyirciydim.
Avokado, benim onu izlediğimin farkında, bana hiç takılmadan, bütün çırılçıplaklığıya büyümeye, kök salmaya devam etti.
Üst tarafından, yani totosu değil de baş tarafından mini minnacık bir filiz görünüverdi bir gün.
O filiz büyüdü, büyüdü boy attı, yapraklandı. Ağzım açık izledim bunu da.
Alttan kökler sardıkça bardağın içindeki suyu, üstten büyüyen filizin yaprakları dallanır budaklanır boy atar oldu. Hani “ben senin doğumunu bilirim” dediğin bi çocuğu yıllar sonra görürsün de boyu seni geçmiştir, çok şaşırırsın. Öyle oluyor gibiydi. Keratanın boyu uzuyordu.
O ilk Canım Avokado çekirdeğimin -ki o artık çekirdekten öte ergen bir çocuktu- yanına yeni çekirdekler eklemeye başladım başka başka bardaklarda.
Yanına başka çekirdekler geldikçe, sanki çok daha hızlı büyür oldu hepsi birden yan yana.
İlk Avokado çekirdeğimin kökleri bardağa sığmaz olunca Yeni Ay’ı bekledim.
Bir tohumu toprağa kavuşturmak için toprak bilgeleri, kadim bilgilerine göre Yeni Ay’ı beklerler. Yeni Ay, adı üstünde. Bir işe başlama anıdır işte. Doğuma adım işte…
Hayata geliş.
Yeni Ay’da ekersin ne ekeceksen mutlaka. Yazın bunu da bir kenara.
Hayata ne ekmek isterseniz, her Yeni Ay’da -ve düşünün her ay size bu şansı veriyor bu hayat, hayatınız boyunca- Yeni Ay’da ekin mutlaka.
Yeni Ay geldi, ve ben o ilk Avokado çekirdeğimi bir saksıya aktarıverdim.
Ardından yanına ikinci ve üçüncüyü… hatta dördüncüyü.
Sonra başka bir saksıya beşinciyi.
Şu anda bazısı aynı saksıda, bazısı yan yana duran saksılarda büyüyorlar hep birlikte. Arılar gelip gidiyor çevrelerine ektiğim arıların sevdiği besin kaynağı bitkilere.
Fesleğenler, naneler, biberiyeler de ekili sağlarında sollarında. Yakınlarında… Arılar önce beslensin, sonra Avokadocuğum da tozlanmalarından nasiplensin niyetiyle diyerek dolanıyorum yanıbaşlarında.
Geçenlerde bir arkadaşım “e yani bunca uğraştın sanki 1 Avokado verdi de yedin mi?” dedi.
Güldüm.
“Bilmiyorum annen ve baban ne kadar uğraştı da sen döllendin. Ama kesin olan yaklaşık 9 ayda doğdun. En az 1 yılı aldı yürümen. Okula gitmen, gelmen, okuman… Yıllar. Kendi paranı kazanıp hayatını kurup benle şu muhabbete gelmense, Ana-Babanın ömrünü aldı be Şekerim. Benim Canım Avokado çekirdeğimden bu kadar acele nasıl meyve beklersin?” deyiverdim.
Sofrana gelen o 1 meyve koca bir ömür emekle geliyor. Neler yaşıyor o tohum o çekirdek bir kök salıp bir filiz verene kadar.
Zaman… zaman kavramını bir düşün.
Dur acık.
Acele etme.
Yaşa.
Harcama, harcanma.
Ziyan etme A Dostum;
Ne zaman, ne tohum!
Şükret yediğine… Sofrana gelebildiğine… Ona bunca emek verenlere, ömrünü verenlere!
Nimet o nimet.
Can!
Hayat var o yediğin meyve sebzede de çekirdekte…
Ve de ne çok emek, sevgi, sohbet ve yarenlik.
Ne çok derdimi dinledi benim Canım Avokado çekirdeklerim.
Bazısının kökleri belki o yüzden daha koyu ve karmaşık dolandı birbirine; diğerleri şeffaf ve sakin uzayıp büyürken suyun içinde. Benle bir acıdı canları, benle birlikte ferahladı içleri.
Benimle bir hüzünlendi, sinirlendi. Huzur buldu sohbetlerimde, içimi okudu belki de…
Şu anda hepsi saksılarında pıtır pıtır irili ufaklı büyüyorlar.
En büyüğü oldu 1,5 yaşında. Diğerleri geliyor peşi sıra.
A benim Canım Avokado Çekirdeğim,
Hayatıma iyi ki geldin.
Sen olmadan ben, hayata gelmenin can acısını kabul etmeyi
Kırılabileceğimi kabul edip acıyabileceğini bile bile kendimi şu hayata teslim etmeyi
böyle bilmezdim.
Yonca
“zaman”
Ankara Lycée Charles De Gaulle Lisesi ardından Boğaziçi Üniversitesi’nde İngiliz Dili ve Edebiyatı okudum.
7 yaşında gazoz kapağı toplamakla başlayan; orta, lise ve üniversite eğitimi sırasında devam eden farklı iş deneyimlerimi saymazsak, üniversite sonrası sırasıyla; TÜSİAD, Sarkuysan, Commercial Union Sigorta, Yaşar Dış Ticaret gibi şirketlerde farklı görevlerde çalıştım.
Leave a Reply