Bölüm 17

♫♫♫♫

Rüzgarın alev gibi eseni de bi alem hani.

İnsan ne yapacağını bilemiyor.

Yanıyorum tatlı tatlı.

Yazarken bir yandan da maillerime bakıyorum, arada bir-iki twit atıyorum. İnstagram’da fotoğraf çekiyorum. Facebook’a bakıyorum.

Şu internetin bir iyiliği var ki, o da en yalnız anında bi nefes oluyor. Heyecan oluyor. Arkadaş oluyor yalnızlığına.

Bak-kaç yapabildiğin bi ortam oluyor.

Aklıma ne geldi biliyor musunuz durduk yerde?

Hans.

Hans H.

Belçikalı Hans H. bir lise son öğrencisiydi. Bizimle hiçbir alakası yoktu.

Hiç.

Bir zamanlar, ben daha Boğaziçi’nde öğrenciyim. (Yılını da ayını da çok iyi biliyorum ama söylemek istemiyorum, önemsiz bir detay nitekim…)

Ve çok afedersiniz MOLA!

Çünkü bu sene, bu yaz için kendime seçtiğim YAZ şarkım çalıyor içinde bulunduğum kafede!

Ölücem mutluluktan.

Yazamayacağım şu anda…

Bi durun siz de.

O kadar feci gözlerim doldu ki duyunca! Ah bi de ağlasam hüngür hüngür yaz yağmuru gibi.

Ya da sonbahar.

Her neyse.

Olamadı. Ağlayamadım gitti bu ara…

Kısmet.

Şarkı diyor ki:

C’est bien mieux comme ça – Böylesi çok daha iyi

On ne peut pas se défaire

De l’endroit d’ou l’on vient

La mère et l’enfance ne sont jamais très loin

(Geldiğin yeri yadsıyamazsın. Anne ve çocukluk birbirlerinden asla çok uzak değil…)

On a laissé les siens si souvent

(Birilerini öyle sık bıraktık ki geride..)

Partir, il le faut bien

(Arada gitmek lazım evet…)

On apprend à dire “non” un matin

(İnsan, “Hayır” demeyi elbet bir sabah öğreniyor)

Moi je souris aux petits bonheurs

(Ben küçük mutluluklara gülümsüyorum.)

Je souris, c’est bien mieux comme ça

(Gülümsüyorum, böylesi çok daha iyi…)

C’est bien mieux comme ça

(Böylesi çok daha iyi…)

Bâtir des murs autour de soi

(Kendi etrafına duvarlar örmek…)

Vouloir se protéger du froid

(Kendini soğuktan korumayı istemek…)

Tout ce temps qui passe, on n’en revient pas

(Bütün bu geçen zaman, geri gelmiyor.)

Quels sont ceux à qui je tiens?

(Önem verdiklerim kim?)

La solitude me va si bien

(Yalnızlık bana öyle çok yakışıyor ki!..)

Mais si jamis l’amour s’en vient, ça va

(Ama aşk çıkıp gelirse, ona da eyvallah…)

Moi je souris aux petits bonheurs

(Ben küçük mutluluklara gülümsüyorum…)

Je souris, c’est bien mieux comme ça

(Gülümsüyorum, böylesi çok daha iyi…)

Je me fous des petits malheurs

(Küçük üzüntüleri umursamıyorum…)

Je m’en fous, c’est bien mieux comme ça

(Umurumda değil, böylesi çok daha iyi)

C’est bien mieux comme ça

(Böylesi çok daha iyi…)

 

Gerçekten küçük dertleri umursamak istemiyorum. Hiç!

Böylesi daha iyi.

Gülümsüyorum.

Küçük mutluluklara gülümsüyorum, evet.

Anasını sattığımın şu hayatını saçma sapan şeyleri zerre umursamadan, sırf öyle canım çektiği için, sırf ben öyle sevdiğim ve mutlu olduğum için yaşamak istiyorum.

Budur benim şarkım bu sene.

2012-2013 için kendime bunu seçtim.

Sonrası Allah kerim.

♫♫♫♫

Biliyorum tam Belçikalı Hans H. dedim, araya şarkı girdi, o girdi, bu girdi.

Ama bu kitap öyle değil mi zaten, Karışık Kuruşuk.

Bu arada Datça’da, Ilıca Plajı’nda Cities diye bi yerdeyim. Sahibi Galatasaraylı.

Kral.

Ben gibi.

Biz gibi. Ailem gibi.

Fenerliler, Beşiktaşlılar ve tüm “liler” affola.

Ve hoop bira bardağıma bir arı kondu iyi mi! “Evladım uç. Uç burası sana göre değil!” desem anlar mı acaba?

Oyy! Ben arıya uç diyene kadar buraya yazınca, arı birama düştü bile!

Durun bi dakka çıkarmam lazım.

Pardon.

Arı biraya düştü ve ben onu kendimi sokturmadan çıkarmayı ve hatta yaşatmayı başardım.

Uçtu gitti. Kim bilir şu anda nerede?

Umarım kafası iyidir ve kaza yapmaz!

Arıları Başına Buyruk Yaratıcı Ruh D. için bir muz ağacı ektiğimiz ve o muz ağacı büyüyüp de bize muz verdiğinden beri başka türlü seviyorum. Hiç korkmuyorum artık onlardan.

Beni artık sokmayacaklar; çünkü ben onları anladım. Bazen -gülmeyin bana sakın- doğayla konuşabildiğime inanıyorum. Hatta bundan eminim.

Eminim çünkü, mesela, yerleştiğim, bulunduğum ve kaçamak yaptığım mekanın bacasına da dün bi başka Baykuş Beyefendi geldi.

Şoka girdim.

Ben nereye, baykuşlar alemi oraya; çünkü severiz birbirimizi.

Döneyim arılara…

Arılar çok meşgul.

Çok işleri var. Dertleri seni beni sokmak değil inanın.

Hatta meraklısı lütfen Google’a “Muz Mucizesi Yonca Tokbaş” yazsın ve o yazımı okusun. Neden ve nasıl meşgul olduklarını anlarsınız.

Lütfen.

Çok severim o yazıyı.

İnsan her yazdığını sevmiyor.

Hatta her gün yazınca sanki sipariş gibi mecburiyet hissi oluyor. 10 yazıda 1 tanesi güzel oluyor, hatta daha da az ve nadiren. Tabii bazen 10 tane arka arkaya güzel yazı çıktığı da oluyor. En güzel yazılar, yazamadığın zamanların sonunda geliyor.

O muz yazımın bende çok acayip bir yeri var.

O kadar şahane müzik çalıyor ki bu arada, kıpırdayamıyorum bu yerden.

Kaldım burada.

Çay saati oldu bile. Hemen çayımı söyledim.

Tabii ki de ince belli ve küçük bardak. Şekersiz.

Bugün günlerden Pazar demiş miydim?

Arada bir denize girip sıkı sıkı yüzüyorum, geri geliyorum aynı noktaya.

Dalıyorum sonra size yazmaya.

Her şeyi unutuyorum. Sonra birden ayılıyorum.

Öyle iyiyim ki.

Çocuklarımı özlüyorum. Ailemi..

Özlemeyi seviyorum.

Alakasız olacak ama, olsun.

Biz Hayatımın İnce Detayı Kocam’la çıkmaya başladığımız zaman, ilişkimizi oluruna bırakmıştık. Aşık olduğumuzda, ne yapacağımızı bilememiştik o halimizle. Ben ondan korkmuştum bi bakıma. O da benden belki.

“Ayrılsak mı?” deyip duruyorduk ikimiz de.

Ne beraber olup olamayacağımızı biliyorduk, ne de başka bi şeyi.

“Oluruna bırakalım.” demişti.

Bıraktık.

Bugünlere geldik.

İyi günde, kötü günde…

Hayat bazen oluruna bıraktıkça güzel…

YOU MIGHT ALSO LIKE

Leave a Reply