• 30/10/2016

Başarısızlık endişesi üzerine Ana-Oğul sohbeti

Başarısızlık endişesi üzerine Ana-Oğul sohbeti

Başarısızlık endişesi üzerine Ana-Oğul sohbeti 902 720 Yonca Tokbaş

Küçücük bir insan nasıl oluyor da bu kadar ciddi “başarısızlık endişesi” yaşıyor? Aileler, ebeveynler, okul, sokak, park… Biz…hangi ortam olursa olsun, çocuklara bu kadar ağır bir kaygıyı nasıl yükleyebiliyoruz?

Ben arada oğluma “ünlü düşünür Aslan Cem” diyorum. (Keşke o “ünlü” kelimesini kullanmasaymışım) Çocuk, sürekli düşünüyor. Doğduğunda gözlerindeki ciddiyetten belliydi düşünmeyi sevdiği.
Dün çektim bu görüntüleri.

Bizimki gidip arkadaşının kulağına ne fısıldıyor bilmiyorum. Maçın gidişatından anlıyoruz ki iyi bi şey fısıldamış olmalı. Videoya o anı tam çekemedim ama, hemen ardından sayı geldi ve sayıyı atan da kendisiydi.
İlgi duyduğu sporu, iyi de yapıyor. Sadece aynı dalda sonsuza kadar devam etmek ona göre değil. Sporun neden sırf keyif için yapılamadığını; neden mutlaka profesyonel olma ciddiyetiyle ele alındığı sorguluyor. Bunları düşündüğü için de, hocalarının “gelecek” gördüğü basketi bir ara bıraktı.  Bırakmasına çok üzüldüm. Daha sonra anladım ki, basket koçu hayli zorba bir adammış. Keşke daha erken fark edebilseydim. 
Daha öncesinde, yine çok iyi oynadığı futbolu da bıraktığından “Acaba bu çocuk bir dalda tutarlı devam etmeyecek mi?” gibisinden endişeler arasında yandım tutuştum. Kendi kendimi telkinle söndürdüm.
Bırak, dedim Yonca. Güven. Çocuğa güven. Hemen etiketleme. Hemen çıkarımlar yapma. Hemen bu toplumun pek sevdiği “ayran gönüllülük” yargısına kayma. Farklı şeylere ilgi duymak bir açıdan da ne büyük çeşit zenginliği.
NBA oyuncuları “Aslan Cem sen NBA’ye gidersin” dedi diye en çok ben etkilendim, ben heyecanlandım. Birden ben çocuğumun NBA oyuncusu olması ihtimali ile şehvete geldim. Ben o hayali kurdum. O kurmadı ama! Çocuğunla ayrışman gereken nokta da, tam bu işte a Yonca!
Devam etmek istemedi. Keyifle oynamak istediğini, profesyonel basketbolcu olmakla ilgilenmediğini açık ve net dile getirdi. Saygı gösterdik. Saygı gösterirken yine de karnıma ağrılar girdi. Belki de ittirmek gerekiyordu da, biz yapmıyorduk filan falan. 

Sonra, aradan 1 sene geçtikten sonra, sene başında “ben baskete yeniden gitmek istiyorum” dedi.
Sevindik, tamam dedik. “Biz senden hiçbir zaman NBA’de oyna, profesyonel basketçi ol beklentisi içinde değiliz. Canın istediği için, ve sevdiğin için spor yap ve oyna.” dedik. (Bu cümleleri kurarken “olması gereken”i yapabildiğim için başarılı ebeveyn gördüm kendimi)
Aslan Cem, baskete böylece yeniden başladı. 

Oynarken hep oyunu geniş açı dışarıdan seyreder gibi oynuyor. İlginç geliyor bu hali bana. Hem oyuncu, hem teknik direktör gibi. Hem komik, hem de “oğlum oğluşummm” noktasında pek bayıldığım bir becerisi.
Futbolda da böyleydi. Oyun kurucu derdik. Aslında hayatında da öyle. Boşlukları görüyor, yönetebiliyor, fikri var, düşünüyor illa problem çözsün istiyor. Belli ki ilgisi, yeteneği, meyili bu yönde. Çocuklar oyunlar içinde kendilerine dair ne çok ipucu veriyor.

Videodaki maçı kaybettiler. Bu takımla ilk defa sahaya çıktı bizimki. Kimseyi tanımıyordu. Takımda, hayatında ilk defa maça çıkan da vardı. Sonuca çok üzüldüğünü anlatırken, bu detayları da paylaştı benimle. Koçun bu kadar karma bir şekilde onları sahaya sürmesini de eleştiriyordu. “Maça çıkacağımızdan haberimiz bile yoktu” diye yakındı. 
Hırslı ve kırılgan.
Genelde ciddi durduğundan çocukluğunu ele verebildiği zamanlara seviniyorum.  

Gece yatmadan önce, yine her zaman yaptığı gibi, “biraz konuşmak” istedi. Böyle zamanlarda yürüyüşe çıkmayı seviyor. Sitenin içinde tur atıyoruz. Ona da, bana da çok iyi geliyor. İleri bakıyoruz konuşarak yürürken. Direk yüz yüze göz teması olmaması belki de o an stresi konuşmayı azaltan. 

Konumuz “kaybetmek ve başarısızlık korkusu, endişesi”.
Bazen ben soruyorum, o kendi fikirlerini ve çözümlerini öneriyor. Bazen de o soruyor beraber anlamaya çalışıyoruz. Bazen kocaman bir sessizlik ve gözyaşları. O sessizlik öyle değerli ki… bekliyorum. Beklemek, sessizliği dinlemek ve müdahale etmeden durmak çok zor. Ama ancak beklersem, göz yaşları akacak. Susar ve hemen geçsin o üzüntülü hali dersem, içeride ne zaman patlayacak.. bilinmez. Bekle Yonca…bekle. 
Bu kadar dokunan o anları yazması da çok kolay olmuyor.

Konuştukça konu hayatında hiç başarısızlık yaşamamış, her şeyi başarmış insanlara geldi. 

“Günü geldiğinde nasıl birisiyle çalışmak istersin? Hayatta hep başarılı olmuş, hiçbir maçı kaybetmemiş, hiç hata yapmamış biriyle mi çalışmak istersin, yoksa kaybetmiş, hata yapmış, düşmüş kalkmış biriyle mi?” diye sordum.
Düşündü. (o sırada artık parktaki salıncakta sallanıyorduk )

“Kaybetmiş, hata yapmış biriyle çalışmak isterim; çünkü o zaman kaybetme korkusunu, başarısızlık endişesini, kaygıları, bu duygunun ne demek olduğunu bilip beni ve herkesi anlayabilir. Empati yapıp kendiyle eşit görebilir. Yardımcı olabilir. Öbür kişi çok acımasız olur. Başarısızlık korkusu bilmeyen biriyle yaşamak da istemem, ondan korkarım, beni daha sinirli biri yapabilir veya her şeyi bırakmak istememe neden olabilir; çünkü nasıl olsa bu halimle onu asla mutlu edemem” dedi.

Sonra, bu sefer Aslan Cem bana, benim kendi okul yıllarımda ve hatta şimdilerde yaşadığım kaygılarla ilgili sorular sordu.  Olduğu gibi ne yaşıyorsam, hiç unutamadığım ne varsa anlattım. Kendi çocukluk kaygılarımdan, başarısızlık endişelerimden, başarısızlıklarımdan örnekler verdim.
Bana iyi bir anne olmadığımı söyleyen bir kadın yüzünden 2 sene boyunca ne çok acı çektiğimi, psikologlara gittiğimi anlattım. Hayatta en çok bu konuda başarısızlık endişem olduğunu söyledim.
Çok şaşırdı!

Başkalarının sözüne neden bu kadar önem verdiğimi sorguladı.
“Hata yapmadan annelik nasıl öğrenilir ki? Bunun sporu yok ki! Kimse sana bunu öğretemez ki! Elinden geleni yapmaya çalışman önemli, hata yapmaya açık olman önemli, kendine anlayışlı olman önemli” gibi cümlelerle beni teselli etmeye çalıştı ve bu çabasına gülmeye başladı. Beni teselli ederken kendini teselli etttiğini, bunun ona çok iyi geldiğini söyledi.

Sonra, “Bu sohbetimizden en çok ne dokundu sana?” diye sordum.
“Ben böyle iyiyim Anne, eve dönelim şimdi rahat uyuyabilirim.” dedi.
Birbirimize teşekkür ettik. Çünkü bana da çok iyi geldi. (Yazarken içimde ağlama isteği)
Eve döndük. Uyuduk. 
Günler nasıl da geçiyor değil mi?

Yonca
“Nemo”

Leave a Reply